Bill ve Maggie burada!

Hong Kong'da tanıştığımız şeker arkadaşlarımız Bill ve Maggie geldiler dün akşam. Bizde kalıyorlar gelecek Çarşamba akşamına kadar.
Bizim için geldiler buraya.
Bill Hong Kong'lu, Maggie ise Tayvan'lı. Çok iyi niyetliler, çok tatlılar.
Genelde Uzak Doğulu insanlarla bu kadar yakınlaşmak kolay değildir, içlerine kabul edip benimsemezler biz "beyaz benizlileri" ama biz Bill ve Maggie ile bir şekilde çok güzel bir iletişim kurduk Hong Kong'da iken.
Ve işte, kalkıp taaa buralara kadar gelmeleri de bize değer verdiklerini gösteriyor!
Dünyanın bu kısmına hiç geçmemişler daha önce.
Evde nefis bir akşam yemeği yedik geldikleri gün.
"Neyi yerler, neyi yemezler" diye düşünürken, sofradaki herşeyi keyifle silip süpürdüler desem...
Bu sabah onları Sultanahmet tarafına götürdük.
Blue Mosque, Topkapı Sarayı, Yerebatan Sarnıcı ve Ayasofya;
ardından Kapalı Çarşı, Mısır Çarşısı;
bu arada Konyalı'da yemek, Marmara'nın eşsiz güzelliğinin tadına varmamızı sağladı...
Şimdi evdeyiz.
Hafif pestilimiz çıkmış vaziyette.
Ama herşey güzel.
İnsanın dünyanın değişik yerlerinden dostları olması ne hoş.
Bu renkliliği ne çok seviyorum ben!

"Sırada Shakespeare ve Bahar Noktası ("Bir Yaz Gecesi Rüyası") Var" diyorum!!!

Duyduk duymadık demeyin!

Tepebaşı Oyuncuları, yani BİZ!, bu yıl Shakepeare'in bir oyunu ile 4 yıllık drama eğitimimizi tamamlıyoruz.

Hocamız Sevgili Ali Düşenkalkar ve asistanları Mustafa Kırantepe ile Evrim Şahin, geçtiğimiz yıllar boyunca bize müthiş bir eğitim deneyimi yaşattılar. Sadece tiyatro eğitimi değildi bu, hayat üzerine, insan olmak ve paylaşmak üzerine dersler verdiler.

"Anlatılmaz yaşanır" diyerek ifade edebileceğim bir tecrübe kazandırdılar!

Hani hayatımızda haklarını ödeyemeyeceğimiz insanlar vardır ya, işte bu muhteşem üçlü BİZİM ekip için öyle!
Oyunumuzu çalışmaya Eylül ayında başlamayı planlıyoruz.
Sanırım prömiyeri Mayıs 2011'de olur :)

Bu akşam ekip buluşması var, hepimiz oyunu okuduk ve akşam konuşacağız bir miktar.

Çok heyecanlanıyorum.
Tekrar sahnelere dönüyor olmak müthiş bir mutluluk!
Bizi izleyin dostlar!
Olağanüstü bir tiyatro deneyimi yaşatacağız size.
Bu oyun çok özel!

Yaşasın Tepebaşı Oyuncuları!

Hedefler ve kafa karışıklıkları

"Hedefine başarmak istediğin kadar uzaksın" dedi geçen gün Hakan.

Sohbet ediyorduk, benim yaptıklarımdan ve yapmayı planladıklarımdan.

Hiç çabe sarfetmeden olmasını arzu ettiklerimden.

Az çaba ile hayata geçmesini beklediğim işlerden.

Her zamanki akılcı yaklaşımı ile bana elimde olanları anlattı bir bir.

Neleri nasıl kullanabileceğime dair öneriler verdi.

Arkamda olduğunu, hep olacağını söyledi.

...

O akşam çok heveslendim.

Konuşması beni çok etkiledi.

Hani filmlerde, iyi adamın tam yıkıldığı anda yeniden doğruluşu vardır ya; böyle ekranda arkasında kıyametler kopar, her taraf ışık seli, gümbür gümbürdür ve adam emin adımlarla ağır çekim üstüne üstüne yürür kameranın... İşte aynı öyle hissettim :)

...

Konuşmanın arasında da o güzel sözü söyledi: "Hedefine başarmak istediğin kadar uzaksın"

Ne hoş, kısa ve anlam dolu!

İşte bu!

Hedefler ve kafa karışıklıkları

"Hedefine başarmak istediğin kadar uzaksın" dedi geçen gün Hakan.

Sohbet ediyorduk, benim yaptıklarımdan ve yapmayı planladıklarımdan.

Hiç çabe sarfetmeden olmasını arzu ettiklerimden.

Az çaba ile hayata geçmesini beklediğim işlerden.

Her zamanki akılcı yaklaşımı ile bana elimde olanları anlattı bir bir.

Neleri nasıl kullanabileceğime dair öneriler verdi.

Arkamda olduğunu, hep olacağını söyledi.

...

O akşam çok heveslendim.

Konuşması beni çok etkiledi.

Hani filmlerde, iyi adamın tam yıkıldığı anda yeniden doğruluşu vardır ya; böyle ekranda arkasında kıyametler kopar, her taraf ışık seli, gümbür gümbürdür ve adam emin adımlarla ağır çekim üstüne üstüne yürür kameranın... İşte aynı öyle hissettim :)

...

Konuşmanın arasında da o güzel sözü söyledi: "Hedefine başarmak istediğin kadar uzaksın"

Ne hoş, kısa ve anlam dolu!

İşte bu!

Ortaya karışık

Ve olduğu gibi bıraktı kendini.
Ne düşündüğü umurunda değil.
Hayatın kısa olduğunu,
Zamanın hızlı aktığını,
Dostlukların seyrek olduğunu biliyor.
Gözlerindeki parıltı kaybolmadı.
İçindeki enerji azalmadı.
Hissediyor.
Gülümsüyor.
O yanındayken mutlu.
Bir yerlerdeyken de öyle.
Hayatın kısa olduğunu biliyor.
An önemli.
Şu an.
Ve her an
olabilecekler...

Yine liseden bir bağlantı...

Geçenlerde lise yıllarımdan bir anımı yazmıştım.
Üniversiteyi kazanmak, vs ile ilgiliydi.
Beni kıran bir arkadaşımdan bahsetmiştim yazıda.
Benim için o zamanlar değerli olan bir arkadaşımdan, erkek arkadaşımdan.
Babasını kaybetti geçtiğimiz hafta.
Üzüldüm.
Çünkü lise yıllarına gittim usulca bu haberle birlikte,
babasıyla tanışmıyor olsam da, konuşmalarımızda hep yer aldığı için, sanki hep tanışıyormuşum gibi hissetmişim meğer.
Üzüldüm, hüzünlendim.
Cenazeye gitmedim.
Belirli bir sebebi yok doğrusu.
İlk duyduğum anda vefatı, hemen cenazeye giderim diye düşünmüştüm.
Ama gitmedim.
Bir sonraki gündü cenaze.
Aklıma gelmedi, bir sonraki gün olduğunda.
Aklıma geldiğinde de geç kalmıştım.
Demek gerçekten gitmek istememişim.
...
Geride kalanlara sağlık ve sabır diledim telefon açıp ona.
Tam 18 yıl sonra ilk defa duyduk birbirimizin sesini.
Anladım ki büyümüşüz.
Sesi büyük adam sesi gibi geldi.
Gibisi yok ki, büyüdük tabi.
Dile kolay aradan çok yıllar geçti.
...

Geçmişten bir dümbelek!

Dün gece sinemaya gittik. "Prince of Persia"
Sevdim çekimlerini.
Herhalde dedemin İran kökenli olması nedeniyle de ilgiyle izledim filmi, o zamanki hayatı bir nebze olsun hissedebilmek için. Aman ne ihtişam.
Sinemada 25'li yaşlarda iken hayatıma giren ve bir kaç ay kalıp dengemi bozan sonrasında da defolup giden zatı muhterem Ertuğrul gelip tam bir önümdeki sıraya oturmaz mı!
İçim sıkıştı.
Onunla geçirdiğim kısıtlı süredeki salaklığım geldi aklıma.
Bir anda, o günlere ışınlandım sanki.
Üstü açık arabası ile geceyarısından sonraki saatlerde Boğaz Köprüsü'nden geçtiğimiz gece hoştu doğrusu. Burcu'nun düğününden çıkmıştık. Burcu, benim üniversite hazırlık kursundan onun da liseden arkadaşı. Hatta tanışmamıza da Burcu vesile olmuştu zamanında...
Sonrasında ise, çocuğun bin türlü çarpık bakış açısı karşısındaki çaresiz çabalayışlarımla geçmişti aylar.
Ne gerizekalıymışım!!!
Şimdi ahkam kesiyorum ya herkese "Seni üzenden uzak dur, psikopattan kaç, vs vs", zamanında benim de bir vukuatım olmuş.
Neyse ki sadece bir tane.
Ayyy, sanırım üniversitede takıldığım ve benden 10 yaş büyük olan psikopatı da saymam gerekiyor.
O zaman iki çürük olmuş hayatımda.
Oh be, neyse ki sadece iki.
Ve şu anki hayatıma hiç bir yansıması, hiç bir etkisi yok!
Offf, nasıl oldu da doğru yolu buldum acaba?
Karşıma Hakan'ın çıkması bir şans mıydı? Yoksa,...?
Bilmiyorum?
Detaylar başka zaman.
Şu an bu durumda olduğum için mutluyum.

Hmmm, hemen lafımı bağlayayım.
Evet önümde oturdu.
Ve içim sıkıştı.
Ama iyi ki karşılaşmışım 10 yıl sonra.
Zamanında benim de bu alanda hatalarım olduğunu görmek içimi rahatlattı.
Bir de geride kalmış olduğunu bilmek.
Ya o insanla evlenmiş olsaydım?
Düşünmek bile istemiyorum.
:)

Gerçekten şu an beni çok mutlu ediyor.

Yanlışın en güzeli geçmişte kalan olsa gerek.
Bir de tekrarlanmayan!

O la la...
Dün akşam tiyatro ekibi ile Ortaköy Poisson'da idik.
Poisson Fransızca "balık" demekmiş.
Hoş bir balık lokantası.
Bembeyaz, iç açıcı.
Mezeler de güzeldi.
Ama en güzeli servis!

SE TU

İspanyolca kursu son sürat devam ediyor ancak ben geçen kurdaki hocamı Andres'i çok arıyorum.
Her kur, yeni bir hoca geliyor. Bu kurda da Raquel çıktı kuradan.
İyi, canlı, hoş ancak öğretme yeteneği çok düşük.
Ya da haksızlık etmeyeyim, benim adapte olabildiğim ve öğrenebileceğim bir formatta değil.
Yazmaktan çok konuşuyor.
Söylediklerinin bir kısmını anlıyorum, bir kısmını anladığımı ümit ediyorum (sonuçta telaffuza bağlı yanlış anlaşmalar her zaman olabilir çünkü daha emeklemeye bile geçmedik bence).
İlk iki kurdaki motivasyonum yok.
Geçen hafta Raquel'in bir işi vardı gelemedi. Yerine Alicia geldi.
"Aman tanrım!" dedim, "işte budur"
Walla dersin nasıl geçtiğini anlamadık.
Üç koca saat su gibi geçti.
Tadı damağımızda kaldı.
:)
Ne olacak şimdi?
Nasıl yapacağız da Alicia'yı devreye sokacağız.
No way :(
Bundan sonraki kurlarda karşılaşmayı ümit edeyim bari!!!

Asıl yazacağımı geçmiş neler anlatıyorum.
Geçen derslerden birinde Raquel Charlie Chaplin'in bir sözünü paylaştı. Şöyle: "Se tu e intenta ser feliz, pero sobre todo se tu"

Çok sevdim.
Anladığım kadarıyla diyor ki, "Mutlu olmaya bak çünkü sonunda herşey sende bitiyor"

Bunun içinde neler var?

neler yok ki:

kendini sevmek
mutlu olmayı istemek
iç huzuruna sahip olmak
yapabileceklerinin farkında olmak
yapamayacaklarının da :)
kendini bilmek
kendini kabul etmek her koşulda
dünyaya bir kere geldiğini bilmek
hiç bir şeyin o kadar uzun boylu dert edilmemesi gerektiğini anlamak
"basit" olduğunu bilmek herşeyin
o kadar basit
gülebilmek
düşünebilmek
düşebilmek
kalkabilmek
her koşulda mutlu olmayı başarmak
olmak
olmak
ve
sadece
olmak...

Ananişimle...

Dün ananişime gittim. Tatlım, tontonum.
Onunla oturup sohbet ederken aklıma "ananişi sevmek nedir?" sorusu takıldı.
Bir kaç şey sıralarken buldum kendimi:

1. Öyle "çok severim, aman da aman" demek yetmez, "fırsat buldukça" diyecektim ama hayır planlı olarak haftada 1 ziyaret etmek... Mümkünse daha sık.
2. Aşk-ı Memnu'nun özetini sabah komşudan dinlemiş olsan da sanki dinlememiş gibi ondan da dinlemek...
3. Neye ihtiyacı olduğunu sormanın dışında, sana söylemeyeceğini düşünüp bir şeyler almak giderken... Sürprizler yapmak...
4. Anlattığı güzel hikayeleri boş boş dinlemek yerine kulağını dört açıp kaydetmek, hatta yazmak...

Mesela dün bana, İranlı bir şairin hikayesini anlatıp sonra da "bunu belki yazarsın dergide..." diye hafif yollu rica etti. Ananişime bu blog olayını anlatmadım henüz, bir sonraki gidişimde laptop'ı yanıma alıp göstereceğim, o da böyle bir mecra olduğunu bilecek, belki daha çok hikaye anlatır o zaman...
Benimki gibi teknolojiye kafası müthiş basan bir ananeniz varsa, CD'ye kaydetmenizi de önerebilir yaptıklarınızı...:)))

Hikaye şöyle:

İran'lı meşhur bir şairi Şah huzuruna çağırır ve ondan kendisi için bir şeyler yazmasını ister. Ismarlama anlayacağınız. Şair de der ki "Ben ilham gelmeden, içimden gelmeden, öyle ısmarlama yazamam..."
Şah şaşırır, kızar da ve hemen zindana attırır şairi. "Ne cüretle karşı gelir koca Şah'a?"
Aradan zaman geçer, Şah düşünür taşınır, içine sinmez böyle bir yeteneğin zindanda çürümesi. Veziri çağırır, durumu anlatır, bir çözüm bulmasını emreder.
Akıllı vezir hemen cevap verir: "Bir çoban getirelim dağlardan, cahil mi cahil, koyalım yanına bu şairin, sonrasını bekleyin, kendi isteyecek çıkmayı..."
Nitekim, vezirin çözüm önerisi dikkate alınır.
Artık şair ve çoban birliktedir.
Şair şiirlerini duvarlara yazmakta, zaman zaman bağıra bağıra okumakta, çoban da bir köşede içli içli ağlamaktadır.
Şair çobanın bu halini gördükçe çoşar da çoşar. Şakır bülbüller gibi. Aşka gelir...
Bir gün çobana sorar, "Sen ne anlarsın da ağlarsın?"
Çoban içini çeke çeke "Valla dediklerinden bir şey anlamam, ama aşka gelip bağıra bağıra bir şeyler söylediğinde, ağzının hareketleri, sakalın bana dağdaki keçimi hatırlatır, onu özlediğimi hisseder, içlenirim..." der.
Şair bu cehalet karşısında kendinden geçip bağırmaya başlar, "Ey muhafızlar! Yetişin! Çıkarın beni buradan!!!"...

İşte ananişimin güzel hikayelerinden/ yoksa masallarından mı demeliydim? biri...

Cahillere benim de tahammülüm yoktur. Buradaki gibi masumane durumları kasdetmiyorum tabii ki.
Ama yine de unutmamalı, "insanın cahil dostu olacağına akıllı düşmanı olsun".
Cahiller manipule edilmeye açıktır, size zarar verebileceklerinin farkında bile olmadan yaparlar yapacaklarını...İş işten geçtikten sonra bile anlamazlar...

5. Onu oyalayıp mutlu edeceği için, ondan birşeyler istemek, mesela "bana bir kaşkol örsen, şal da güzel olur, aaa eldiven mi? ah çok ihtiyacım var ananişim, dışarıda satılanlar elde yapılanlar gibi olmuyor..."

Ben bir kaç yıl önce kameraya çekmeye başladım ananişimi. Kafkasya'dan Türkiye'ye geliş hikayelerini, çocukluğunu, gençliğini dinliyorum, kaydediyorum. Neler yaşamışlar...

...

devamı gelecek, ananiş hikayelerimin...