Klasiğimiz, aşkımız Alaçatı...
Şu anda radyoda Eric Clapton'dan Wonderful Tonight'ın çalıyor olması bir tesadüf mü yoksa?
Ne zamandır bahsetmek istiyordum, aşkını gerçekleştirmek...
Bizim Hakan'la aşkımız da Alaçatı'da başlamıştı ya, bundan tam 9 sene önce...
Orayı bizim için bu kadar özel kılan bu mudur yoksa sonrasında yaşananlar mı bilmiyorum ama bir gerçek var ki, o da orası ile bir şekilde özdeşleştiğimiz...
Kendimizi bulduğumuz yer...
Maskesiz olduğumuz yer...
Huzurun bizim için en yalın tanımı orada saklı...
Ve ikimiz de iple çekmekteyiz hayatımızın çoğunu orada geçireceğimiz günleri...
Alaçatı'da çok sevdiğimiz arkadaşlarımız var.
Oraya gide gele tanıştığımız, sonra her gidişte görmek için sabırsızlandığımız, bir dolu şey paylaştığımız...
İçlerinden biri Kemal.
Genç, yakışıklı, enerji dolu, çok deli bir freestyle'cı!
Sörfe çıktığında en güzel yeri bulur, gözlerimizi ayırmadan saatlerce izleriz onu, sıkılmadan, ilgiyle ve müthiş bir dikkatle!
Kemal geçtiğimiz yıllarda kendini yemek işlerine verdi.
Alaçatı'nın göbeğinde Barbun diye bir yer açtı. Aşçılığını da kendi yapıyor.
En az sörfte olduğu kadar iddialı...
Müthiş romantik, keyifli, duru, sade, şık ve tam Alaçatı'lık bir atmosfer...
Bembeyaz bir ortam, birbirinden zevkli sunumlar eşliğinde gelen çeşit çeşit deniz mahsülleri, tadına doyamayacağınız şaraplar...
Genç yaşında ilgi duyduğu alanı keşfedip onun peşinden giden nadir insanlardan olduğu için,
Bunu ciddiye alıp ne gerekiyorsa sonuna kadar araştırdığı için,
Hayallerini hayata geçirebilecek kadar cesur olabildiği için,
Yaptığı işi sonuna kadar sahiplenip en güzelini ortaya koyabildiği için,
İşinin üzerine titrediği için,
Ruhunu katabildiği için,
Her ayrıntıyla tek tek ilgilendiği için,
"İstediğim noktaya ulaştım" deyip bırakmadığı ve daha iyiye daha güzele doğru hedefler koyduğu için,
Ona hem çok büyük bir saygı duyuyorum, hem de nasıl imreniyorum anlatamam...
Alaçatı, Barbun, Kemal, Alaçatı...
Sıradan bir Cumartesi
Güzel bir Cumartesi sabahı demek:
Uyandığında yanında seni seyrediyor bulmak onu...
Kahvaltıyı hazırlamak için mutfağa gittiğinde, arkandan sessizce gelmesi ve çalan müzik eşliğinde dans etmeye başlamak...
Sana sabahın en güzel kızı olduğunu söylemesi...
Nasıl olduğunu anlamadan kendini mutfak masasında bunları yazarken bulmak, o kahvaltıyı hazırlarken :)
Ve yumurtanı nasıl istediğini sorması...
and on the radio "25 years of my life and still trying to get that great big hill of hope for a destination..."
Uyandığında yanında seni seyrediyor bulmak onu...
Kahvaltıyı hazırlamak için mutfağa gittiğinde, arkandan sessizce gelmesi ve çalan müzik eşliğinde dans etmeye başlamak...
Sana sabahın en güzel kızı olduğunu söylemesi...
Nasıl olduğunu anlamadan kendini mutfak masasında bunları yazarken bulmak, o kahvaltıyı hazırlarken :)
Ve yumurtanı nasıl istediğini sorması...
and on the radio "25 years of my life and still trying to get that great big hill of hope for a destination..."
Alaçatı'da Ağustos 2010
Geçen hafta Cuma sabahı Alaçatı'ya gittik komşularımız ile birlikte.
Her zamanki gibi Moy Otel'de kaldık.
Sıcak bir karşılama, ev havasında yapılan kahvaltılar, deniz dönüşü, akşam yemeğinin hemen öncesindeki çaylar ve yanında her gün bir başkasını tattığımız çeşitli atıştırmalıklar, gece otelimize yani evimize dönünce kendimizi attığımız mis kokulu çarşaflar...
Bu gidişimizde rüzgar pek kuvvetli olmadığından sörf yapmak yerine her gün yeni bir kumsalda aldık soluğu.
Aya Yorgi ortam olarak çok güzel olsa da, deniz maalesef bir hayli bulanıklaşmış.. Üstelik koyun yakınlarında demirlemiş teknelerin atıkları hiç de hoş olmayan görüntüler yaratmakta.
Yine de orada, Shayna Beach'te olduğumuz gün dağıtılan frizbilerle tatilin sonuna kadar oynadık :) Sanırım küçüklüğümden beri ilk defa alıyorum elime, nasıl yadırgadım başta, beceremedim. Ama kısa zamanda çözdüm evvelallah!
Fun beach müthişti!
Deniz ve kumun güzelliğine, Dünya Basketbol Şampiyonası'nın Rus asıllı pon pon kızlarının bizim adamların başlarını döndürüşünü izlemenin zevki eklenince orada geçirdiğimiz gün kat kat eğlenceli bir hal aldı.
Sonraki günlerde Seaside Beach vardı.
Ve biz evimiz için sevgili mimarımız Gürcan'la buluşup buluşup planların üzerinden gittik.
Keyif dolu geçen 1 hafta!
Her zamanki gibi Moy Otel'de kaldık.
Sıcak bir karşılama, ev havasında yapılan kahvaltılar, deniz dönüşü, akşam yemeğinin hemen öncesindeki çaylar ve yanında her gün bir başkasını tattığımız çeşitli atıştırmalıklar, gece otelimize yani evimize dönünce kendimizi attığımız mis kokulu çarşaflar...
Bu gidişimizde rüzgar pek kuvvetli olmadığından sörf yapmak yerine her gün yeni bir kumsalda aldık soluğu.
Aya Yorgi ortam olarak çok güzel olsa da, deniz maalesef bir hayli bulanıklaşmış.. Üstelik koyun yakınlarında demirlemiş teknelerin atıkları hiç de hoş olmayan görüntüler yaratmakta.
Yine de orada, Shayna Beach'te olduğumuz gün dağıtılan frizbilerle tatilin sonuna kadar oynadık :) Sanırım küçüklüğümden beri ilk defa alıyorum elime, nasıl yadırgadım başta, beceremedim. Ama kısa zamanda çözdüm evvelallah!
Fun beach müthişti!
Deniz ve kumun güzelliğine, Dünya Basketbol Şampiyonası'nın Rus asıllı pon pon kızlarının bizim adamların başlarını döndürüşünü izlemenin zevki eklenince orada geçirdiğimiz gün kat kat eğlenceli bir hal aldı.
Sonraki günlerde Seaside Beach vardı.
Ve biz evimiz için sevgili mimarımız Gürcan'la buluşup buluşup planların üzerinden gittik.
Keyif dolu geçen 1 hafta!
Tatildeyim!!!
Birazdan Kuşadası'na doğru yola çıkıyorum.
Sinoş da Bozcaada'ya, Hakkuş ise Alaçatı'ya doğru gitmekteler.
Hepimiz dağılmış vaziyetteyiz anlayacağınız.
Ben, Hollanda'da yaşayan en yakın arkadaşımın bebişini görmeye gidiyorum. Bir kaç hafta önce, Türkiye'ye
Sinoş da Bozcaada'ya, Hakkuş ise Alaçatı'ya doğru gitmekteler.
Hepimiz dağılmış vaziyetteyiz anlayacağınız.
Ben, Hollanda'da yaşayan en yakın arkadaşımın bebişini görmeye gidiyorum. Bir kaç hafta önce, Türkiye'ye
Ve yine "iş" desem...
Biliyor musun, hayatımda değer görme konusunda bir şekilde eksik hissediyorum kendimi.
Sanki hak ettiğim değeri göremedim.
Bu sadece iş hayatım için geçerli aslında.
Ben mi yeterince çabalamadım, doğrusunu mu beceremedim acaba?
Yakın zamanlara kadar hatayı hep karşımdakilerde aradığım için, sağlıklı bir sonuca varamadım. Tatmin edici bir yanıt bulamadım kendi adıma.
Bu yüzden kendimi bir takım bahanelerle uyuttum. Daha doğrusu uyuttuğumuz zannettim.
İçten içe tabii ki biliyorsun, o birikenler bir yerlerde yakalıyor seni.
Az önce Hakkuş'la mailleşirken, duygusal bir boşalma yaşadım. Bana şöyle yazmış:
"Askim...
Okurken senin adina cok heyecanlandim.
Sen cok degerli bir insansin. Umarim seni gercekten hakedecek bir yerde olursun.
Canim karim oldugun icin degil, ama sen gercekten daha iyilerine layiksin...
Sen hep mutlu ol ne olur...
ss"
Bir iş görüşmesi için bana gelen mailin üzerine yazdıklarını paylaştım yukarıda.
Hakkuş'un notunu okuduktan sonra gözyaşlarıma hakim olamadım.
Bir başarı hikayesi yazmayı çok istiyorum.
Değerimin bilineceği bir ortamda çalışmayı da.
Ben çalışmayı seven bir insanım. Yeter ki motivasyonum kırılmasın.
Demek ki, beni nelerin motive ettiğine dikkat edeceğim. Burada kendimi için belirlediğim gerçekçi olmayan faktörler gereksiz beklentilere, yanlış yönlenmelere sebep olabilir.
Motivasyonumu yitirdiğim durumlarda da iş kalitemi etkilememesi için neler yapacağıma bakmalıyım. Sonuçta iş, iştir. Eylem'e yakışan kalitede yapılmalı.
"Aynası iştir kişinin lafa bakılmaz"
Sanki hak ettiğim değeri göremedim.
Bu sadece iş hayatım için geçerli aslında.
Ben mi yeterince çabalamadım, doğrusunu mu beceremedim acaba?
Yakın zamanlara kadar hatayı hep karşımdakilerde aradığım için, sağlıklı bir sonuca varamadım. Tatmin edici bir yanıt bulamadım kendi adıma.
Bu yüzden kendimi bir takım bahanelerle uyuttum. Daha doğrusu uyuttuğumuz zannettim.
İçten içe tabii ki biliyorsun, o birikenler bir yerlerde yakalıyor seni.
Az önce Hakkuş'la mailleşirken, duygusal bir boşalma yaşadım. Bana şöyle yazmış:
"Askim...
Okurken senin adina cok heyecanlandim.
Sen cok degerli bir insansin. Umarim seni gercekten hakedecek bir yerde olursun.
Canim karim oldugun icin degil, ama sen gercekten daha iyilerine layiksin...
Sen hep mutlu ol ne olur...
ss"
Bir iş görüşmesi için bana gelen mailin üzerine yazdıklarını paylaştım yukarıda.
Hakkuş'un notunu okuduktan sonra gözyaşlarıma hakim olamadım.
Bir başarı hikayesi yazmayı çok istiyorum.
Değerimin bilineceği bir ortamda çalışmayı da.
Ben çalışmayı seven bir insanım. Yeter ki motivasyonum kırılmasın.
Demek ki, beni nelerin motive ettiğine dikkat edeceğim. Burada kendimi için belirlediğim gerçekçi olmayan faktörler gereksiz beklentilere, yanlış yönlenmelere sebep olabilir.
Motivasyonumu yitirdiğim durumlarda da iş kalitemi etkilememesi için neler yapacağıma bakmalıyım. Sonuçta iş, iştir. Eylem'e yakışan kalitede yapılmalı.
"Aynası iştir kişinin lafa bakılmaz"
Abartmak istiyorum
Bizim toplumumuzda bir şeyden duyduğumuz memnuniyeti dile getirmek, teşekkür etmek pek yaygın değil diye düşünüyorum.
Mutluluğumuzu doyasıya yaşayamıyoruz ki...Gülmeler, kahkahalar hep frenlenir bizde. "Şişşşt, sessiz ol; ne o öyle sokak kadınları gibi..."
İşte bunlar birbirleriyle bağlantılı bir şekilde hislerini sözlerle ifade etmede, hatta duygularının farkında olmakta kısır bırakıyor bizleri.
Düşünsene bir şeye aniden parlamayı biliyoruz, kontrolümüzü kaybetmeyi de, ama aniden mutlu olmayı, sevinç naraları atmayı beceremiyoruz; hatta elimizi ağzımıza götürüp kapatıyoruz ve "çığlık atmamak için zor tutuyoruz kendimizi!!!"
Tüm bunlar bizler için iyi bir şeyler yapanların farkına varmamızı ve şükranlarımızı sunmamızı da gölgeliyor.
Mesela ben şimdi alt komşumla, onun karşısında oturan komşuma teşekkür edeceğim. Yanımızda oldukları, hayatımızı birlikte şenlendirdiğimiz için.
Bitişik komşuma da, bahçesine ektiği bambular için. Hepsi büyüyüp koca ağaçlar oldular ve sabah balkonda kahvaltı yaparken, bu yeşilliğe bakmak içimi açıyor!
Bu bir alışkanlık biliyor musun.
Ben yıllardır uyguluyorum -içimden geleni yapıyor ve iyi bir şeyler olduğunda buna vesile olanlarla mutluluğumu paylaşıyorum - bu çığ gibi büyüyerek gelişiyor ve çoook mutlu oluyorum!
Bu konuyu abartmak istiyorum. Yani çok çok çok daha fazlasını yapmak!
Mutluluğumuzu doyasıya yaşayamıyoruz ki...Gülmeler, kahkahalar hep frenlenir bizde. "Şişşşt, sessiz ol; ne o öyle sokak kadınları gibi..."
İşte bunlar birbirleriyle bağlantılı bir şekilde hislerini sözlerle ifade etmede, hatta duygularının farkında olmakta kısır bırakıyor bizleri.
Düşünsene bir şeye aniden parlamayı biliyoruz, kontrolümüzü kaybetmeyi de, ama aniden mutlu olmayı, sevinç naraları atmayı beceremiyoruz; hatta elimizi ağzımıza götürüp kapatıyoruz ve "çığlık atmamak için zor tutuyoruz kendimizi!!!"
Tüm bunlar bizler için iyi bir şeyler yapanların farkına varmamızı ve şükranlarımızı sunmamızı da gölgeliyor.
Mesela ben şimdi alt komşumla, onun karşısında oturan komşuma teşekkür edeceğim. Yanımızda oldukları, hayatımızı birlikte şenlendirdiğimiz için.
Bitişik komşuma da, bahçesine ektiği bambular için. Hepsi büyüyüp koca ağaçlar oldular ve sabah balkonda kahvaltı yaparken, bu yeşilliğe bakmak içimi açıyor!
Bu bir alışkanlık biliyor musun.
Ben yıllardır uyguluyorum -içimden geleni yapıyor ve iyi bir şeyler olduğunda buna vesile olanlarla mutluluğumu paylaşıyorum - bu çığ gibi büyüyerek gelişiyor ve çoook mutlu oluyorum!
Bu konuyu abartmak istiyorum. Yani çok çok çok daha fazlasını yapmak!
Güzel bir sabah
Güzel bir sabah ne demek biliyor musun?
Güne arkadaşının gönderdiği mp3 ile, "la vie en rose" ile başlamak...
Kahvaltını bu müzik eşliğinde yaparken, böyle bir arkadaşın olduğu için şükretmek...
Bu arkadaşın aynı zamanda her sabah sana "meditation tip"ler de gönderiyorsa mutluluktan havalara uçuyorsun...
Bu "tip"ler sana "anın önemini, güzel insan olmanın hafifliğini, hayatın yaşamaya değer olduğunu, sevmeyi, sevilmeyi,..." hatırlatıyor her gün ve sen de yavaş yavaş öğreniyorsun!
Daha ne olsun?
Teşekkür ederim Banu'cuğum, dedim ya "İYİ Kİ VARSIN"...
Güne arkadaşının gönderdiği mp3 ile, "la vie en rose" ile başlamak...
Kahvaltını bu müzik eşliğinde yaparken, böyle bir arkadaşın olduğu için şükretmek...
Bu arkadaşın aynı zamanda her sabah sana "meditation tip"ler de gönderiyorsa mutluluktan havalara uçuyorsun...
Bu "tip"ler sana "anın önemini, güzel insan olmanın hafifliğini, hayatın yaşamaya değer olduğunu, sevmeyi, sevilmeyi,..." hatırlatıyor her gün ve sen de yavaş yavaş öğreniyorsun!
Daha ne olsun?
Teşekkür ederim Banu'cuğum, dedim ya "İYİ Kİ VARSIN"...
Uçan Porche ve erkeklerde iktidarsızlık
Yazacağım ne zamandır araya bir şeyler girdi ve bu konu içimde kaldı.
2 gün önce, eve gelirken son dönemeci aldım, trafik ışıklarına doğru 100 metre kalmış, ışık da kırmızı yanıyor ve 60 kilometre ile gidiyorum.
Yanımdan beni kasarak sollayıp ışıklara doğru uçan sonra da eşek gibi durmak zorunda kalan :) bir Porche geçti. Sakin sakin yanındaki şeritte durdum, ışığın yeşile dönmesini beklerken, kimmiş şu yarım akıllı diye bir bakayım dedim.
Tahmin ettiğim gibi orta yaşlarının üzerinde bir zat. İçimden gelmedi "bey" demek, "beyefendi" hiç değil zaten; adama da benzetemedim.
Herneyse, o anda, okuduğum bir şeyler hızlıca aklıma gelip Porche gibi aniden gelen kızgınlığımı bastırdı ve bir gülmeye başladım anlatamam.
Biliyor muydunuz, trafikte, böyle yerli yersiz deliler gibi araba kullanan erkekler, başka yerlerde kendilerini gösteremedikleri için, bir çeşit iktidarsızlık tatmini için yaniiii, o şekilde davranışlar gösterirlermiş!
Bu empatiyi kurduğum anda yumuşadım.
Gülmeyle birlite gelen gevşeme de cabası oldu haliyle.
Sonra yeşil yanınca, brınnn diye uçan adamın arkasından bakarken, bana bunu yazdırdığı için ona minnettar kaldım!
2 gün önce, eve gelirken son dönemeci aldım, trafik ışıklarına doğru 100 metre kalmış, ışık da kırmızı yanıyor ve 60 kilometre ile gidiyorum.
Yanımdan beni kasarak sollayıp ışıklara doğru uçan sonra da eşek gibi durmak zorunda kalan :) bir Porche geçti. Sakin sakin yanındaki şeritte durdum, ışığın yeşile dönmesini beklerken, kimmiş şu yarım akıllı diye bir bakayım dedim.
Tahmin ettiğim gibi orta yaşlarının üzerinde bir zat. İçimden gelmedi "bey" demek, "beyefendi" hiç değil zaten; adama da benzetemedim.
Herneyse, o anda, okuduğum bir şeyler hızlıca aklıma gelip Porche gibi aniden gelen kızgınlığımı bastırdı ve bir gülmeye başladım anlatamam.
Biliyor muydunuz, trafikte, böyle yerli yersiz deliler gibi araba kullanan erkekler, başka yerlerde kendilerini gösteremedikleri için, bir çeşit iktidarsızlık tatmini için yaniiii, o şekilde davranışlar gösterirlermiş!
Bu empatiyi kurduğum anda yumuşadım.
Gülmeyle birlite gelen gevşeme de cabası oldu haliyle.
Sonra yeşil yanınca, brınnn diye uçan adamın arkasından bakarken, bana bunu yazdırdığı için ona minnettar kaldım!
Doğal akışında yaşanan ilişkiler
Herşeyi oluruna bırakmaktan bahsediyor okuduğum kitabın şu bir kaç sayfası.
Bunu da ilişkiler merkezinde konumlandırarak anlatmış.
Çok hoşuma gitti ve bu fikri aldım ben (İngilizce'de vardır ya "I buy this")
Benim kendime çıkardığım fayda şu şekilde:
Bir ilişkide zaman zaman durağanlık olur, bazen haşinlik, kimi zaman dalgalanma, başka zamanlarda uzaklık,...bunların tam tersinin sürekli olacağı durumları beklemek anlamlı değil, çünkü gerçekçilikten uzak.
Karşındakine karşı çok farklı ruh halleri içerisinde olabilirsin.
Bir gün çok seversin onu, yanında, dizinin dibinde istersin; başka bir gün tam tersi...
İnsan dediğin varlık özünde değişken değil mi zaten.
Belki de hayatı heyecanlı yapan bu değil mi?
Monotonluğu seven biri olabilir mi?
Konuyu dağıtmadan söylemek istediğime geleyim:
Bazen sorarız sevgilimize
"Bana yeterince ilgi göstermiyorsun?"
"Bu günlerde uzaksın?"
"Neden bu kadar düşüncelisin? Yolunda gitmeyen birşeyler mi var?" diye...
Oysa akışına bıraksak,
O günler de öyle geçse işte,
Bunu doğallığın bir parçası olarak kabul etsek?
Nasıl olur?
Evvvet, biliyorum ki sevdiniz!
Ben de...
Bunu da ilişkiler merkezinde konumlandırarak anlatmış.
Çok hoşuma gitti ve bu fikri aldım ben (İngilizce'de vardır ya "I buy this")
Benim kendime çıkardığım fayda şu şekilde:
Bir ilişkide zaman zaman durağanlık olur, bazen haşinlik, kimi zaman dalgalanma, başka zamanlarda uzaklık,...bunların tam tersinin sürekli olacağı durumları beklemek anlamlı değil, çünkü gerçekçilikten uzak.
Karşındakine karşı çok farklı ruh halleri içerisinde olabilirsin.
Bir gün çok seversin onu, yanında, dizinin dibinde istersin; başka bir gün tam tersi...
İnsan dediğin varlık özünde değişken değil mi zaten.
Belki de hayatı heyecanlı yapan bu değil mi?
Monotonluğu seven biri olabilir mi?
Konuyu dağıtmadan söylemek istediğime geleyim:
Bazen sorarız sevgilimize
"Bana yeterince ilgi göstermiyorsun?"
"Bu günlerde uzaksın?"
"Neden bu kadar düşüncelisin? Yolunda gitmeyen birşeyler mi var?" diye...
Oysa akışına bıraksak,
O günler de öyle geçse işte,
Bunu doğallığın bir parçası olarak kabul etsek?
Nasıl olur?
Evvvet, biliyorum ki sevdiniz!
Ben de...
Gözleri Açık Sevmek demiş Jorge Bucay&Silvia Salinas ikilisi
Şu sıralar harıl harıl bu ikilinin kitaplarını okumaktayım.
Elimde, "Gözleri Açık Sevmek" ve "Yola Sensiz Devam Etmek" var şu anda.
İlişkiler üzerine yazmışlar.
İki kişinin bir kitap yazması da ilginç değil mi?
Ama olmuş işte.
Çok da sürükleyici.
Şimdi ben neden bu kitapları aldım, amanınn Hakkuş'la yangınlar mı var yoksa??? diyecekseniz, "eh az biraz var bir şeyler tabii" diyeceğim ve devam edeceğim "kitaplarımı almamın bununla ilgisi yok, Çeşme Marina D&R'a girdiğimde, elim gidiverdi ve şöyle bir bakıp alıverdim"...
Tatilimin göbeğinde, Alaçatı'mı bırakıp Çeşme Marina'da, hele hele de D&R'da ne işim olduğu sorusu varsa akıllarda buna cevabım yok.
Aslında herşeyin bir nedeni vardır diye düşünürsek de bir cevabım var ama çok da önemli ve ilginç değil. Aman tamam söylüyor ve kurtuluyorum: Hakkuş sörfte kulak zarını patlattığı için, Alaçatı'nın rüzgarına suyuna bir gün ara verip Çeşme civarını yoklayalım, takılalım, tatilimizi damardan yaşamaya devam edelim demiştik, falan filan...
Bu arada, tatilin bitmesine 4 gün kalmışken 2 kitap birden almam da komik oldu.
Öyle delice, gece gündüz kitap okuyan bir tip değilim.
Sanki İstanbul'da D&R yok.
Bir de taşıdım kitapları zaten ağır olan çantamda...
Aman ne söylendim!
Ne yazacaktım neler döküldü bakar mısınız?
Yazacaklarım ilişkiler üzerineydi.
Çok hoş detaylara yer vermişler yazarlar, ben de özümsediğim kadarını paylaşmak istedim.
Her zamanki gibi bunu yapmak için de kitapların sonunun gelmesini beklemedim, henüz ortalarındayım, her ikisinin de...
Alaçatı'da "Yola Sensiz Devam Etmek" e başlamıştım ama tatil dönüşü buluştuğum Nilaycan'ımla sohbet ederken, konumuzun bir yerinde, bana yönelttiği bir soruya "Dur ben hiç söylemeye çalışmayayım, amcalar yazmışlar, ben de az önce seni beklerken okudum..." diye cevap vermenin ötesinde, "demek bu kitabın sana geleceği varmış" diyerek devam etmemin sonucunda kitabı oracıkta hediye ettiğim için sonuna kadar okuyamadım.
Eve dönünce başladığım "Gözleri Açık Sevmek" ise, bugün Elifcan'la yaptığımız sohbetin tam da orta yerine öyle tatlı oturdu ki, Bağdat Caddesi D&R'a girip ona da bir tane ısmarladım keyifle.
Elimde, "Gözleri Açık Sevmek" ve "Yola Sensiz Devam Etmek" var şu anda.
İlişkiler üzerine yazmışlar.
İki kişinin bir kitap yazması da ilginç değil mi?
Ama olmuş işte.
Çok da sürükleyici.
Şimdi ben neden bu kitapları aldım, amanınn Hakkuş'la yangınlar mı var yoksa??? diyecekseniz, "eh az biraz var bir şeyler tabii" diyeceğim ve devam edeceğim "kitaplarımı almamın bununla ilgisi yok, Çeşme Marina D&R'a girdiğimde, elim gidiverdi ve şöyle bir bakıp alıverdim"...
Tatilimin göbeğinde, Alaçatı'mı bırakıp Çeşme Marina'da, hele hele de D&R'da ne işim olduğu sorusu varsa akıllarda buna cevabım yok.
Aslında herşeyin bir nedeni vardır diye düşünürsek de bir cevabım var ama çok da önemli ve ilginç değil. Aman tamam söylüyor ve kurtuluyorum: Hakkuş sörfte kulak zarını patlattığı için, Alaçatı'nın rüzgarına suyuna bir gün ara verip Çeşme civarını yoklayalım, takılalım, tatilimizi damardan yaşamaya devam edelim demiştik, falan filan...
Bu arada, tatilin bitmesine 4 gün kalmışken 2 kitap birden almam da komik oldu.
Öyle delice, gece gündüz kitap okuyan bir tip değilim.
Sanki İstanbul'da D&R yok.
Bir de taşıdım kitapları zaten ağır olan çantamda...
Aman ne söylendim!
Ne yazacaktım neler döküldü bakar mısınız?
Yazacaklarım ilişkiler üzerineydi.
Çok hoş detaylara yer vermişler yazarlar, ben de özümsediğim kadarını paylaşmak istedim.
Her zamanki gibi bunu yapmak için de kitapların sonunun gelmesini beklemedim, henüz ortalarındayım, her ikisinin de...
Alaçatı'da "Yola Sensiz Devam Etmek" e başlamıştım ama tatil dönüşü buluştuğum Nilaycan'ımla sohbet ederken, konumuzun bir yerinde, bana yönelttiği bir soruya "Dur ben hiç söylemeye çalışmayayım, amcalar yazmışlar, ben de az önce seni beklerken okudum..." diye cevap vermenin ötesinde, "demek bu kitabın sana geleceği varmış" diyerek devam etmemin sonucunda kitabı oracıkta hediye ettiğim için sonuna kadar okuyamadım.
Eve dönünce başladığım "Gözleri Açık Sevmek" ise, bugün Elifcan'la yaptığımız sohbetin tam da orta yerine öyle tatlı oturdu ki, Bağdat Caddesi D&R'a girip ona da bir tane ısmarladım keyifle.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)