EGEM, AŞKIM, DELİ MAVİM ve TaHu CENNETİ...

Engin denizler, serin sular, mavinin ve yeşilin birbirine karıştığı anlar...Bir gulet, ahşabın kokusu üzerinde, yelkenleri göğe doğru kuğu gibi uzanmış, rotasını Hisarönü olarak belirlemiş, sükunetle ilerliyor Marmaris kıyılarında...
Limandan ayrılalı iki buçuk saat olmuş, hala şehrin tozu pası var üzerimizde, aklımızda, fikrimizde. İlk uğrak yerimiz Bozukkale. Kaptanımızın koya demir atmasıyla biz tekne sakinlerinin suyla buluşması bir oluyor. Ege’nin deli mavi denizi bize kucak açmış, ne bir dalga ne bir kapris; sıcaklığını da öyle bir ayarlamış ki ne soğuk ne de sevimsiz...İyi ki palet ve şnorkelleri almışız yanımıza, denizin dibi ne hoş, ne derin, ne kadar zengin.
Yüzmek çok iyi geldi! Yavaş yavaş kopmaya başladım şehirden ve onunla ilgili herşeyden, herkesten. Deniz, suyun huzurlu sesi, doğa, yumuşacık rüzgar, batmakta olan güneş, tekneden gelen cılız müzik ve ben...Yaşıyor muyum sahiden?
Geceyi burada geçiriyoruz. Muhteşem bir akşam yemeği, ardından tatlılar, meyveler ve sessizlik, sessizlik, sadece deniz, gökyüzü ve biz ve bir de sessizlik...Güvertede uzanıp gökyüzünü seyre dalmak bu kadar dinlendirici olabilir mi? Böyle bir dinginlik hali nasıl anlatılır? Doğal olarak gelişen bir meditasyon ortamı. Sükunetin zaferi...
Bir sonraki gün sabah erkenden denizin içinde başlıyor. İlk günün yorgunluğu tamamen gitmiş. Sulara değdiğin anda boyut da değiştiriyorsun adeta. Burası dünya değil, burası bildiğimiz bir yer değil, burası TaHu cenneti...Ben buldum bunu: Tarifsiz Huzur.
Tuğla Koyu’na doğru ilerliyoruz. Rodos ve Simi adalarına el sallıyoruz geçerken. Onların selamını alıyoruz. Aynı ilk günkü gibi herşey. Burada zaman kavramı ortadan kalkmış durumda. Anlar var. Sadece anlar. Tuğla Koyu’nu yaşıyor, içimize çekiyor ve devam ediyoruz. Şimdi de Yeşilova Koyu’na geldik. Bir ritüel adeta. Çok güzelmiş burası...Gece de denize girdik. Karanlığın hiç bu kadar nazik, bu kadar davetkar olacağını düşünmemiştim ama atıverdim işte kendimi kollarına.
Tavşanbükü Adası ile Kızıl Adanın ortasındaki koya geldik. Bozburun Köyü ne sevimliymiş. Ondan da biraz aşk biraz huzur aldık. Çıkınımıza kattık. Rotamız Kargıcık Koyu, sonra Bencik, ardından Orhaniye ve Serçe Koyu...
Selimiye’de acemborusu, begonvil ve zakkuma hayran kalmışız. Renk cümbüşünün başdöndürücü güzelliği ile dönüş yoluna geçtiğimizin farkına bile varmamışız. Bir de bakmışız Kadırga Koyu’ndayız. Mavi yeşile, yeşil maviye dönüyor, dalgalar bize, biz dalgalara söylüyoruz şarkımızı, ağustos böcekleri Berlin Filarmoni’ye taş çıkartacak bestelerle meşgul, doğa ona sağladığımız uyumdan memnun...
Hayatımızın ilk mavi yolculuğunda kendimize dönmüşüz, içlerimizi açmışız, gönlümüzü hoş tutmuşuz, herşeyi boşvermişiz...Size de Ege’den bir tutam sevgi, bir tutam sağlık, bir tutam mutluluk getirmişiz!