Hakan'ın babası için...

Yaşlılık zor şey.
Hakan'ın babasının hastaneye kaldırıldığını haber vermek için aradıklarında çoktan uykuya dalmıştım.
Önce Hakan'ın telefonunun sesini sonra hararetli hararetli konuşmalarını duydum.
Uyku sersemi tam açamadıysam da gözümü, yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu idrak edene kadar ayılmaya çalışarak dikkatimi Hakan'ın söylediklerine verdim.
Saat geceyarısını geçmişti.
Hakan'ın Yalova'ya babasının yanına gitmesi gerekiyordu.
Çağırıyordu çünkü.
İyi değildi durumu.
Belki oğlunu bir daha göremeyecğini düşünüyordu o sırada babası kim bilir?
Canıyla mücadele ediyordu.
Yaşam savaşı dedikleri şey.
Tatlı kocişim telefonu kapattığında, benim de gözlerim açılmıştı.
Yüzü öyle endişeli, bakışları öyle hüzünlüydü ki.
O halde bile, "ben gidersem şimdi sen nasıl yalnız kalırsın?" diye benim için tasalanıyordu.
Hemen doğruldum.
"Haydi" dedim, "gidiyoruz".
Bir daha göremeyebilirdik.
hatta, biz gidene kadar da dayanamayabilirdi.

Hayat bazen, özellikle de böyle anlarda ne tuhaf bir hal alıyor.

Herşeyin aslında pamuk ipliğine bağlı olduğunu anlıyorsun.

Elinde değil. Yetişemeyebilirsin, göremeyebilirsin.

O seni görmek için umutla bekler, ama nasıl hükmedebilir ki zamana? Nasıl belirleyebilir ki ne kadar yaşayacağını?

Hangimiz bilebiliriz?

Hiçbirimiz...

Aslında herşey bizim elimizdeymiş gibi görünse de, hiçbirşey bizim elimizde değil.

Soluk almak bile...

Ve hal böyle iken,

herşeyi bu kadar ciddiye almak niye?

...