Ananişimle devam...

Ananişim evinde geçtiğimiz Pazartesi gününden beri.
Onunla sohbet ediyoruz uzun uzun.
Eskilerden birşeyler anlatıyor sürekli.
Dedemin Kapalıçarşı'da dükkanlarının olduğu günler, büyük teyzemin ne kadar güzel bir genç kız olduğu, Etyemez'de oturdukları apartman, ananişimin onlarla birlikte yaşayan amcası (onlar "Emmi" diyorlar o zaman), hatta biraz daha eskilerde ananişimin babası - yakışıklı, uzun boylu, ince yapılı, çapkın bir zat olan Hasan Bey...
Ananişimin çocukluğu...
İmkanları iyimiş, babası ve amcaları birlikte kahvahane işletirlermiş. Ananişim annesini küçük yaşta kaybettiğinden, babası, amcası ve halaları ilgilenmişler onunla. Bir dediğini iki etmemişler. Rahat bir çocukluk yaşamış. Dolu dolu.
Kitap okumayı çok severmiş o zamanlar da. Çevresindeki arkadaşlarına yardım edermiş, durumu iyi olmayanlara dondurma, şekerleme alırmış kendine alırken.
Bir gün su çiçeği olmuş okula gidememiş bir süre vede yatmış. Okula sürekli birlikte gidip geldiği bir arkadaşı varmış, ....
Onun kendisini ziyarete gelmemsine içerlemiş. Hatta küsmüş ona içten içe.
Evde dinlenme süresi bitip de okula gittiğinde, kızcağızı görmüş orada ama küs ya bizimki oralı olmamış, ilgi göstermemiş.
Kız koşup gelmiş yanına. "Sultan sen de iyileştin mi?" diye sormuş.
O zaman anlamış.
Meğer o da hasta yatıyormuş.
İkisi sürekli birlikte gidip geliyorlar okula, muhtemelen birbirlerine bulaştırmışlar hastalığı.
"İşte" diyor ananişim, "Bir meselenin iç yüzünü anlamadan fevri davranmamk lazım..."
Ondan alınacak öyle çok tecrübe var ki...
Hemen aklıma geldi, söylediği başka bir şey.
Bu gün insanlara olan güvensizliğini de tecrübelerine bağlıyor.
"Öyle çok yaşamışım, öyle çok şey görmüşüm ki şu hayatta, öyle kolay kolay güvenmiyorum kimselere, siz bana kızmayın" diyor.
Çoğu zaman, ananişimle bir mücadele içerisinde buluyoruz kendimizi. Bu, aldığımız ekmekten tutun da, demlediğimiz çaya, doktorların verdiği ilaçların gerekliliğine, kapının kilidine veya yedek anahtarın bizde kalmasının gerekliliğine kadar küçük, büyük her türlü durumda yaşanıyor.
Kimi zaman o kadar yorucu oluyor ki, biz pes ediyoruz ananişle iddialaşmaktan ve onun söylediğine razı oluyoruz.
Herşeyi sorgulaması, defalarca araştırması, yerine göre, annemlerin, teyzemlerin, benim dediklerime itimat etmemesi...
Kendince sebebi hazır ve haksız olduğunu söyleyemeyeceğim, bizlerden çok daha uzun yaşamış.
Bir yerde tecrübeye saygı göstermek lazım öyle değil mi?
Bu satırları ona okuyunca ne diyeceğini tahmin edebiliyorum. "Bak, aferin sana, akıllı torunum benim. Ben diğerlerine laf anlatamıyorum..."
Çok pratik zekalı bir hatun ananişim.
Her konuda böyle olduğunu söylesem abartmış olmam.
Belki ben de ondan almışım biraz bu yönleri.
Hatta şimdi düşünüyorum da, annemde, teyzemlerde de var bu...
Gördüğü, gözlemlediği hemen herşeyden bir sonuç çıkarmış kendine.
Mesela geçenlerde salonundaki avizesi çalışmadığında, "Al şu uzun saplı süpürgeyi, ampulün olduğu yerin ortasından vur bir kaç kez" dedi, işe yarayacağına inanmasam da yaptım ve çalıştı. :)
Meğer bir zamanlar izlediği bir İtalyan filminde görmüş bunu, denemiş ve olmuş...
Offf, daha öyle hikayeler var ki...
Dün ona yazdıklarımdan seçmeler okuyordum. Dedi ki "Bak gör sen ilerde çok tanınmış bir yazar olacaksın. O zaman hatırla bu sözümü..."
Çok duygulandım.
Onun yanında ağlamak istemediğim için epey sıktım dişlerimi.
"Ananişim sen hayattayken yapabilmek istiyorum" diye geçti içimden, söyleyemedim.
Yapabilir miyim acaba?
"Önsözünde, bu kitabı anneannem, canım, bir tanem Sultan Güler için yazdım. Onun çocukluğumdan beri anlattıkları, yönlendirmeleri, beni teşvik ve motive etmesi sonucu derleyip toparlayabildim..."
...
Bugün oturmuş anneannemle sohbet ediyordum.
Bir yandan da ona blogumdaki yazıları okuyordum.
Dedi ki "Sen çok iyi bir yazar olacaksın bir gün",

Ananişim ameliyat oldu bugün...

Evet, 1 haftadır hastanede kırık kalçası ile yatıyordu.
Neyse ki ağrısı yoktu onu yerinden oynatmadığın sürece.
Geçen hafta Cuma sabahı düştü, yani 11 Haziran Cuma ve 18 Haziran Cuma da ameliyat oldu tonton.
Nasıl komik bir hatun anlatamam.
Dün gece ateşi çıkmış hastande, teyzeme "Ayakkabılarımı çıkar ayaımdan" demiş.
Teyzem bir türlü ikna edememiş onu yatakta olduğuna, ayağında ayakkabıları olmadığına...
Haliyle, sanki ayakkabı çıkarıyormuş gibi hayali hareketler yapmış.
Ananişim de soruyormuş bir yandan, "Nereye koyuyorsun ayakkabılarımı..."

Bugün ameliyattan odaya getirdiklerinde titriyordu.
Çenesi birbirine çarpıyordu.
Canım, o sırada bile üretiyor hatun.
Diyor ki "Aşağısı (ameliyathane) mezbaha gibi. Fabrika usulü kesiyorlar. Sanki buzluktan çıkarılıp çözülmeye bırakılmış kıyma gibi oldum..."
Ne zeka!

Ananişim 84 yaşında.

Hepimizi nasıl mum gibi yapıyor anlatamam.

Ameliyat öncesi diyordu ki, "Ameliyatımı yapacak doktorlar kimler, gelsinler, kendilerini tanıtsınlar, bileyim ona göre...", sonra "Ameliyata girecek doktorların isimleri olan bir kağıt istiyorum, altını da imzalayacaklar..." dedi.

Beyni inanılmaz güzel çalışıyor.
Hiç yaşının kadını değil.
Cin gibi, zehir gibi!

Bugün ameliyatta kalçasının kırılan yerine platin takılması gerekiyordu, ancak doktor ananişimin kemiklerinin ve dizinin durumunu görünce, platinin tutmayacağını, uygun bir çözüm olmayacağını, bu yüzden de sadece kırık olan yeri çivileyip toparlayacaklarını söyledi. Dolayısı ile ameliyat bu şekilde gerçekleşti.

Ananişim ise, bu ameliyattan çok ümitliydi, çünkü kalçasına platin takılmasını ve daha rahat yürüyüp merdiven çıkabilecek hale gelmeyi umut ediyordu. Olmadı.

Ameliyattan çıkınca ilk iş "Taktılar mı platini?" diye sordu.

Aslında insanın aklına gelmez değil mi? Zaten platin takılması için planlanmış bir ameliyattan çıkınca insan takılıp takılmadığını sormaz.
Ama o emin olmak istediği için sordu.

Açıklamaya çalıştık.

Kabullenmiş göründü ama sanırım hayal kırıklığına uğradı.

Yürümeyi çok istiyor son 2 yıldır. Merdiven çıkabilmeyi istiyor. Aksi halde evinde olmak durumunda hep. Dışarıya senede bir kaç kez çıkarabiliyoruz çünkü bizim de gücümüz yetmiyor...

Ameliyat öncesinde ananişime yetişmeyi çok istediysem köprü trafiğine takıldım. Yolda yıkıldım. Teyzemi arayıp ameliyata girmek üzere olduğunu öğrendiğim anki çaresizliğimi unutmayacağım.
Tek şansım uçmaktı.
Tabii ki başaramadım. Gittiğimde, kısa bir süre önce ameliyata almışlardı.
"Ya ameliyattan çıkamazsa? Ya onu bir kez daha göremezsem" diye kahroldum. Kahroldum.
Bu konuda yeterince akıllıca planlama yapmadığım, yola daha erken çıkmadığım için kızdım kendime...

Bu arada, kuzenim Aslı ve eşi Ulaş, teyzem, annem ve kardeşim oradaydılar. Ama diğer kuzenlerim yoktu. Acaba ananişim onlar için daha mı az değer ifade ediyor?
Onu bir daha görememe ihtimalini düşünemeyecek kadar uyuşmuş ya da ÖLMÜŞ olabilirler mi?
Kızıyorum, elimde değil.
Onlarda da emeği var.
ve hayatının 84. yılında, o yaşa kadar kimseye yük olmadan gelmiş tatlı bir ihtiyar var orada.
Nasıl bu kadar duyarsız olabildiklerine şaşmadım. Kızdım. Çok kızdım!
"Herkesin kendi vicdanı" ve "Sana ne Eylem" desem de kızdım.

Ananişime bize yakın bir yerlerden ev bakarken bir emlakçı demişti ki "Aferin evladım, ananenizi düşünüyorsunuz. O bir daha sizin gibi olmayacak (gençlik anlamında) ama gün gelecek siz onun gibi olacaksınız..."

Bence bu söz bir çok şeyi ifade ediyor.

Bugün hastaneye gelmeyen kuzenlerime gönderiyorum bu sözü.

Çünkü gelen kuzenim ve kardeşim hepsinden daha yoğun çalışan, hepsinden daha zor şartlarda orada olmayı başarabilenlerdi.

Anlaşılan burada takılmışım biraz.

Yazmak iyi geldi.

Yoksa her birini arayıp bir çift laf etmek ve kalp kırmak var. Bunu da istemiyorum.

Sonradan üzülüyorum çünkü.

Haklı da olsam, kalp kırmak güzel değil...

Ananişimin iyileşmesi önemli olan.
Moralinin iyi olması.
Onu çok seviyorum.
Bende çok emeği var.

Bugün bu kadar sosyal isem,
Şarkı söylüyorsam,
Kendimi ifade edebilecek güvenim varsa,
YAZIYORSAM,
ve YAŞAYABİLİYORSAM
bunları hep ona borçluyum!

İnsanın sevdiklerinin acısı içini çok fena yakıyormuş.

Kimse sevdiklerinin acısını görmesin... dilerim ama hayatın bir parçası bir yandan da...kabullenmek zor...

seni çok seviyorumm ananişim...

Ananişim hastanede...

Karmaşık hislerin benliğimi sardığı, beynimin ve düşünce gücümün zorlandığı günler yaşıyorum.
Gözlerim doluyor bir şarkıyla, bir düşünceyle veya bir sözle.
Canımdan çok sevdiğim ananişim hastanede. Geçen hafta evinde düştüğü ve kalçası kırıldığı için ambulansla apar topar götürdü kardeşim onu hastaneye.
Bir dolu şeyi sorguluyorum şu anda.
Ona daha iyi bakabileceğimiz bir ortam yaratamaz mıydık?
En azından 84 yaşında olup evinde yalnız yaşaması yerine, belki annemle yaşaması daha uygun olmaz mıydı? Ne demek uygun, daha iyi olmaz mıydı?
Evet, ananişim dünya tatlısı olmakla birlikte müthiş zor bir ihtiyar. Yaşla birlikte gelen klasik huysuzlukların ve geçimsizliklerin, paranoyaların ve çevresindekilere duyduğu güvensizliklerin üzerine, biraz da mizaçtan ve içten gelen yani doğasında olan cadılıkları ekleyecek olursak, zaptedilmesi bir hayli güç bir değer aslında.
Bu şekilde bakıldığında da birileriyle, ki bu birileri kızları da olsa, aynı evi paylaşması oldukça akla uzak geliyor :) ama yine de içime sinmiyor işte ve yazıyorum. Her ne olursa olsun, kızlarıyla yaşaması daha sağlıklı bir çözüm!
Zaten bundan sonra öyle olacak diye düşünüyorum çünkü ananişim iki gün sonra ameliyat olacak.
Kalçasına bir aparat takılacak, kırık yer onarılacak.
Çok endişeleniyorum.
Hatta ameliyat olacağını öğrendiğim gün kahroldum.
Ancak hastaneye gidip doktorlardan biriyle konuşunca rahatladım.
Ve şimdi doktorların hayatımızda ne kadar önemli olduğunu bir kez daha yazacağım buraya.
Bence doktorluk mesleği dışındaki tüm meslekler hikaye!
Bunu anlamak için bir devlet hastanesine gitmek yeterli.
Bu insanlar o kadar özel ki...
Konuları "Hayat", "İnsan Sağlığı". Daha önemli ne olabilir ki?
O gün, yani ananişimi görmeye hastaneye gittiğim gün, o genç doktorla konuştuğumda bunları hissettim. Onların ne kadar özel olduklarını düşündüm. İçim kabardı ve sonsuz bir saygı duydum.
Onlar gerçekten elle tutulur, hayati işler yapıyorlar.
Ve bu işlerin parayla ölçülebilecek bir tarafı yok!
Ananişim iyileşecek.
Ben onu Alaçatı'daki evimize götüreceğim gelecek yaz.
Sörf yaptığımız yerleri göstereceğim.
Hakan sörf yaparken izleriz.
Belediyenin yerinde oturacağız.
Hava çok sıcak olacak, ama rüzgar bizi rahatlatacak.
Buz gibi limonata içeceğiz.
Çok mutlu olacağız...

Bill ve Maggie burada!

Hong Kong'da tanıştığımız şeker arkadaşlarımız Bill ve Maggie geldiler dün akşam. Bizde kalıyorlar gelecek Çarşamba akşamına kadar.
Bizim için geldiler buraya.
Bill Hong Kong'lu, Maggie ise Tayvan'lı. Çok iyi niyetliler, çok tatlılar.
Genelde Uzak Doğulu insanlarla bu kadar yakınlaşmak kolay değildir, içlerine kabul edip benimsemezler biz "beyaz benizlileri" ama biz Bill ve Maggie ile bir şekilde çok güzel bir iletişim kurduk Hong Kong'da iken.
Ve işte, kalkıp taaa buralara kadar gelmeleri de bize değer verdiklerini gösteriyor!
Dünyanın bu kısmına hiç geçmemişler daha önce.
Evde nefis bir akşam yemeği yedik geldikleri gün.
"Neyi yerler, neyi yemezler" diye düşünürken, sofradaki herşeyi keyifle silip süpürdüler desem...
Bu sabah onları Sultanahmet tarafına götürdük.
Blue Mosque, Topkapı Sarayı, Yerebatan Sarnıcı ve Ayasofya;
ardından Kapalı Çarşı, Mısır Çarşısı;
bu arada Konyalı'da yemek, Marmara'nın eşsiz güzelliğinin tadına varmamızı sağladı...
Şimdi evdeyiz.
Hafif pestilimiz çıkmış vaziyette.
Ama herşey güzel.
İnsanın dünyanın değişik yerlerinden dostları olması ne hoş.
Bu renkliliği ne çok seviyorum ben!

"Sırada Shakespeare ve Bahar Noktası ("Bir Yaz Gecesi Rüyası") Var" diyorum!!!

Duyduk duymadık demeyin!

Tepebaşı Oyuncuları, yani BİZ!, bu yıl Shakepeare'in bir oyunu ile 4 yıllık drama eğitimimizi tamamlıyoruz.

Hocamız Sevgili Ali Düşenkalkar ve asistanları Mustafa Kırantepe ile Evrim Şahin, geçtiğimiz yıllar boyunca bize müthiş bir eğitim deneyimi yaşattılar. Sadece tiyatro eğitimi değildi bu, hayat üzerine, insan olmak ve paylaşmak üzerine dersler verdiler.

"Anlatılmaz yaşanır" diyerek ifade edebileceğim bir tecrübe kazandırdılar!

Hani hayatımızda haklarını ödeyemeyeceğimiz insanlar vardır ya, işte bu muhteşem üçlü BİZİM ekip için öyle!
Oyunumuzu çalışmaya Eylül ayında başlamayı planlıyoruz.
Sanırım prömiyeri Mayıs 2011'de olur :)

Bu akşam ekip buluşması var, hepimiz oyunu okuduk ve akşam konuşacağız bir miktar.

Çok heyecanlanıyorum.
Tekrar sahnelere dönüyor olmak müthiş bir mutluluk!
Bizi izleyin dostlar!
Olağanüstü bir tiyatro deneyimi yaşatacağız size.
Bu oyun çok özel!

Yaşasın Tepebaşı Oyuncuları!

Hedefler ve kafa karışıklıkları

"Hedefine başarmak istediğin kadar uzaksın" dedi geçen gün Hakan.

Sohbet ediyorduk, benim yaptıklarımdan ve yapmayı planladıklarımdan.

Hiç çabe sarfetmeden olmasını arzu ettiklerimden.

Az çaba ile hayata geçmesini beklediğim işlerden.

Her zamanki akılcı yaklaşımı ile bana elimde olanları anlattı bir bir.

Neleri nasıl kullanabileceğime dair öneriler verdi.

Arkamda olduğunu, hep olacağını söyledi.

...

O akşam çok heveslendim.

Konuşması beni çok etkiledi.

Hani filmlerde, iyi adamın tam yıkıldığı anda yeniden doğruluşu vardır ya; böyle ekranda arkasında kıyametler kopar, her taraf ışık seli, gümbür gümbürdür ve adam emin adımlarla ağır çekim üstüne üstüne yürür kameranın... İşte aynı öyle hissettim :)

...

Konuşmanın arasında da o güzel sözü söyledi: "Hedefine başarmak istediğin kadar uzaksın"

Ne hoş, kısa ve anlam dolu!

İşte bu!

Hedefler ve kafa karışıklıkları

"Hedefine başarmak istediğin kadar uzaksın" dedi geçen gün Hakan.

Sohbet ediyorduk, benim yaptıklarımdan ve yapmayı planladıklarımdan.

Hiç çabe sarfetmeden olmasını arzu ettiklerimden.

Az çaba ile hayata geçmesini beklediğim işlerden.

Her zamanki akılcı yaklaşımı ile bana elimde olanları anlattı bir bir.

Neleri nasıl kullanabileceğime dair öneriler verdi.

Arkamda olduğunu, hep olacağını söyledi.

...

O akşam çok heveslendim.

Konuşması beni çok etkiledi.

Hani filmlerde, iyi adamın tam yıkıldığı anda yeniden doğruluşu vardır ya; böyle ekranda arkasında kıyametler kopar, her taraf ışık seli, gümbür gümbürdür ve adam emin adımlarla ağır çekim üstüne üstüne yürür kameranın... İşte aynı öyle hissettim :)

...

Konuşmanın arasında da o güzel sözü söyledi: "Hedefine başarmak istediğin kadar uzaksın"

Ne hoş, kısa ve anlam dolu!

İşte bu!

Ortaya karışık

Ve olduğu gibi bıraktı kendini.
Ne düşündüğü umurunda değil.
Hayatın kısa olduğunu,
Zamanın hızlı aktığını,
Dostlukların seyrek olduğunu biliyor.
Gözlerindeki parıltı kaybolmadı.
İçindeki enerji azalmadı.
Hissediyor.
Gülümsüyor.
O yanındayken mutlu.
Bir yerlerdeyken de öyle.
Hayatın kısa olduğunu biliyor.
An önemli.
Şu an.
Ve her an
olabilecekler...

Yine liseden bir bağlantı...

Geçenlerde lise yıllarımdan bir anımı yazmıştım.
Üniversiteyi kazanmak, vs ile ilgiliydi.
Beni kıran bir arkadaşımdan bahsetmiştim yazıda.
Benim için o zamanlar değerli olan bir arkadaşımdan, erkek arkadaşımdan.
Babasını kaybetti geçtiğimiz hafta.
Üzüldüm.
Çünkü lise yıllarına gittim usulca bu haberle birlikte,
babasıyla tanışmıyor olsam da, konuşmalarımızda hep yer aldığı için, sanki hep tanışıyormuşum gibi hissetmişim meğer.
Üzüldüm, hüzünlendim.
Cenazeye gitmedim.
Belirli bir sebebi yok doğrusu.
İlk duyduğum anda vefatı, hemen cenazeye giderim diye düşünmüştüm.
Ama gitmedim.
Bir sonraki gündü cenaze.
Aklıma gelmedi, bir sonraki gün olduğunda.
Aklıma geldiğinde de geç kalmıştım.
Demek gerçekten gitmek istememişim.
...
Geride kalanlara sağlık ve sabır diledim telefon açıp ona.
Tam 18 yıl sonra ilk defa duyduk birbirimizin sesini.
Anladım ki büyümüşüz.
Sesi büyük adam sesi gibi geldi.
Gibisi yok ki, büyüdük tabi.
Dile kolay aradan çok yıllar geçti.
...

Geçmişten bir dümbelek!

Dün gece sinemaya gittik. "Prince of Persia"
Sevdim çekimlerini.
Herhalde dedemin İran kökenli olması nedeniyle de ilgiyle izledim filmi, o zamanki hayatı bir nebze olsun hissedebilmek için. Aman ne ihtişam.
Sinemada 25'li yaşlarda iken hayatıma giren ve bir kaç ay kalıp dengemi bozan sonrasında da defolup giden zatı muhterem Ertuğrul gelip tam bir önümdeki sıraya oturmaz mı!
İçim sıkıştı.
Onunla geçirdiğim kısıtlı süredeki salaklığım geldi aklıma.
Bir anda, o günlere ışınlandım sanki.
Üstü açık arabası ile geceyarısından sonraki saatlerde Boğaz Köprüsü'nden geçtiğimiz gece hoştu doğrusu. Burcu'nun düğününden çıkmıştık. Burcu, benim üniversite hazırlık kursundan onun da liseden arkadaşı. Hatta tanışmamıza da Burcu vesile olmuştu zamanında...
Sonrasında ise, çocuğun bin türlü çarpık bakış açısı karşısındaki çaresiz çabalayışlarımla geçmişti aylar.
Ne gerizekalıymışım!!!
Şimdi ahkam kesiyorum ya herkese "Seni üzenden uzak dur, psikopattan kaç, vs vs", zamanında benim de bir vukuatım olmuş.
Neyse ki sadece bir tane.
Ayyy, sanırım üniversitede takıldığım ve benden 10 yaş büyük olan psikopatı da saymam gerekiyor.
O zaman iki çürük olmuş hayatımda.
Oh be, neyse ki sadece iki.
Ve şu anki hayatıma hiç bir yansıması, hiç bir etkisi yok!
Offf, nasıl oldu da doğru yolu buldum acaba?
Karşıma Hakan'ın çıkması bir şans mıydı? Yoksa,...?
Bilmiyorum?
Detaylar başka zaman.
Şu an bu durumda olduğum için mutluyum.

Hmmm, hemen lafımı bağlayayım.
Evet önümde oturdu.
Ve içim sıkıştı.
Ama iyi ki karşılaşmışım 10 yıl sonra.
Zamanında benim de bu alanda hatalarım olduğunu görmek içimi rahatlattı.
Bir de geride kalmış olduğunu bilmek.
Ya o insanla evlenmiş olsaydım?
Düşünmek bile istemiyorum.
:)

Gerçekten şu an beni çok mutlu ediyor.

Yanlışın en güzeli geçmişte kalan olsa gerek.
Bir de tekrarlanmayan!

O la la...