Amsterdam yolları dumanlı...

Gidiyorum!
Amsterdam'a!
Sevgili Özgür'cüğümün yanına!
2 gün sonra!
Bundan tam 12 yıl önce gitmiştim ilk kez. Arthur Andersen'in Veldhoven'da denetimciler için 2 haftalık bir eğitimi vardı, ona gitmiştim.
Güzel geçmişti.
Özgür de vardı gittiğimiz ekipte.
Ne eğlenmiştik!
Bu eğitimden 2 yıl sonra Özgür yerleşti oraya.
Ve kaldı.
Hala orada.
Şimdi hamile.
Bu gidişle döneceği de yok gibi.
Hale bak geçen onca zaman içerisinde 2002'de Arthur Andersen tarih oldu.
Biz yolumuza devam ettik.
Yurtdışında yaşama hayalleri kurarken Türkiye'de kaldım.
Danışmanlığı bırakıp pazarlama ve kurumsal iletişim yaptım.
Sonra onlar da dar geldi, 2007'de Hakkus'umun peşine takılıp Hong Kong'a gittim.
Offf, çok iyi geldi! Tam 6 ay, Hong Kong kazan ben kepçe misali...
Sonra, Shenzen, Guangzhou, Xiamen, Bangkok seyahatleri...
Dönüşte ne çok ağladım...
Ya ben hiç sevmedim bir yerlere kök salmayı, bu yüzden öyle bir motive oluyorum, öyle bir şarj oluyorum ki bu devr-i alem vaziyetlerinde...
Neyse, burada ne yapacağıma karar vermem epey zamanımı aldı.
Kurslara gittim, kişisel gelişim kitapları okudum, kariyer danışmanlığı aldım...Komedi iş görüşmelerine gittim, çooook eğlendim!
Şimdi eğlenceye devam :)
Amsterdam Hakkus'suz biraz buruk olacak ama Özgür'ü görecek olmanın heyecanı da ayrı.
Yılda 3-4 kez geliyor aslında İstanbul'a Özgür, hatta Hong Kong'a bile geldi peşimden.:)
Amamnnn, ne gezdik ne gezdik!
O haftayi ayrıca anlatırım, Yılbaşı'na denk gelmişti.
Animasyonlarla doluydu!
Evet, şimdi gidiyorum işte.
Aç kollarını Amsterdam,
Aç kollarını kocaman geliyoooooooooooorummmmmmm!!!

not: İzlanda'daki yanardağ patlaması yüzünden son 10 gündür yapılamayan uçak seferleri, daha dün yeniden başlatıldı. Şu 2 gün içerisinde bir değişiklik olmazsa, uçuyorum...

Hayata Güzel Bakmanın Yolunu Bulmalıyız!


Geçenlerde Mecidiyeköy’den geçiyorum arabayla. Bir görüşmeye yetişme telaşındayım ve trafik berbat. Arabalar, otobüsler neredeyse birbirlerinin üzerlerinden geçecekler. Havada pis bir ağırlık, bir elektrik, negatif enerji... Gerginlik hat safhada. Etrafımda gördüğüm herkesin yüzü asık, yayalar da öyle, otobüsteki insanlar da, trafikte sıkışıp kalmış şoförler de.

Benim de bütün cinlerim tepemde, bunalmış vaziyetteyim, gözlerim çakmak çakmak olmuş, bakışlarımdan alevler fışkırıyor…

Bir anda dikkatimi bir adam çekiyor. Orta yaşlı olduğunu tahmin ediyorum fakat daha genç olabilir. İfadesi öyle yumuşak, öyle olumlu ki…Bir elinde oyuncaklar var bir torba dolusu, satmak için bir yerlerden buralara gelmiş belli ki. Diğer elinde bastonu var. Bastonun sebebi kör olması. Karşıdan karşıya geçmek üzere kaldırımdan yola doğru hamle yapıyor.

Bakışlarım orada donup kalıyor.

Tarifsiz bir acıyla burkuluyor yüreğim bir anda.

Bu berbat ortamda, şartları o adama göre nispeten iyi olan bizler bu kadar umutsuz ve mutsuzken, onun o naif duruşu beni öyle derin etkiliyor ki…İçimden tiz bir çığlık yükseliyor. Boğazım düğümleniyor. Çok acı çekiyorum!

Ağlamaya başlıyorum. Bağıra bağıra ağlıyorum.

Ve aklımdan geçenleri haykırıyorum:

• Yürüyecek gücümüz varken, gideceğimiz yerlere fırsat buldukça, zamanımız oldukça yürümeliyiz.

• Ayakta durabilecek gücümüz olduğu sürece, oturduğumuz yeri, gerçekten ihtiyacı olanlara vermeliyiz.

• Tırmanabilecek gücümüz varken, engellerin etrafından dolaşmak yerine üstüne gitmeliyiz.

• Paylaşabilecek gücümüz olduğu sürece elimizdekileri çevremizdekilerle paylaşmalıyız.

• Haykırabilecek gücümüz varken, avazımız çıktığı kadar bağırmalıyız yeri geldiğinde.

• Keyif aldığımız etkinliklere katılmalı, sinemaya, tiyatroya, konsere, söyleşiye, fuara gitmeliyiz.

• Kitap okumalı, resim yapmalı, şarkı söylemeli, yeni bir dil öğrenmeliyiz.

• Yeni insanlarla tanışmalı, gezip tozmalı, tartışmalı, değişmeliyiz.

• Üretmeliyiz. Elimizden ne geliyorsa, onunla katkı sağlamalıyız hayata.

• Sevebilecek gücümüz olduğu sürece sevmeliyiz, delice, ölesiye.

• Yaşama olumlu bakmanın, mutlu olmanın yollarını bulmalıyız koşullar ne olursa olsun...

Bugünlerde hayat epey hareketli...

Ne yoğun günler...
Pazar akşamı eğitim için Antalya'ya gittik Elif'le.
Pazartesi ve Salı eğitimler, paylaşımlar, yeni insanlar, tertemiz yürekler!
Çarşamba önemli bir toplantı, şeker bir yönetici, sıradışı, babacan, tonton, hayat dolu...
Ardından Andres'le sınav sonuçlarımın değerlendirmesi...İşini bu kadar ciddiye alması, bu kadar iyi yapması takdiri hakediyor!
Sonrasında bizim tiyatro ekibi buluşması, Ortaköy House Cafe ve Çaydanlık'ta keyifli sohbetler...Serpil Tangoevim'i açtı, heyecan dorukta, bu ilk girişim, hayatının tangosu nasıl olacak bakalım...
Tangodramadan bahsediyor, tango ile drama birlikte...Neden olmasın???
Ve sonunda Afife Jale Sahnesi'nde Spontanite Tiyatro...
Yoğun bir gece, hisler karmaşık, ilk deneyim olduğundan rezistansım var, algılarım açık değil sanki, sahnedekiler pek bir şey ifade etmiyor, içine giremedim, dahil olamadım...Ama ilginç. Bir kez daha gidebilirim. Belki daha efektif olur.
Bugün ise tüm gün eğitim. Yarın ve ondan sonraki gün de...
Keyifli gidiyor hayat.
Her eğitimde farklı açılımlar oluyor hayatımda sanki.
Böyle devam ederse guru olurum herhalde...
Güzellll :)

Tüküren tükürene...

Bu sabah atladım arabaya Taksim'e gidiyorum. Bizim Hasdal yolunda, önümde giden arabanın şoföründe bir kıpırdanmalar oluyor falan derken, adamın camını açıp dışarı tükürdüğünü, saniyesinde tükürüklerin benim camıma yapıştığını gördüm!
Böööööö!
Yuh diyorum, yuh ve daha pek çok şeyler diyorum bu insanlara!
Tabi bastım kornaya yine, yanından geçerken de "lanet olsun senin gibi adama" diyerek elimle "Pöh! Canın cehenneme" hareketi yaptım. Küfürlü bir hareket değil arkadaşlar, parmak da değil, el sallama şeklinde :)
Yine kibarlığı elden bırakmıyorum yani...
Ya ne acaip bir milletiz, yayası yürürken tükürür, araba kullananı camını açar tükürür...Hoş bu sonuncuya ilk defa şahit oldum. Umarım utanmıştır yaptığından. Sersem herif!

İspanyolca'yı kıvırıyoruz, sınav sonuçları canavar!

Olaaaa, İspanyolca ikinci kur atlama sınavından 9 almışım!
Geçen kur tam not almıştım 10, bu kur 1 puan düşüş var.
Her kur 1 puan düşerse, 5. kurdan sonra puanım 5'in altına düşer ve aynı kurda sayıklamaya başlarım :)

İşte Eylem'in kompleks düşünce yapısı!

Yok, bunu sadece yazarken icat ettim inanın, yoksa halimden çok memnunum!
Çalıştım da Allah için.
Benim çalışma standartlarımın altında bir efor olsa da, emek var, var, var...

Hatta, Mi Biografia diye bir prezentasyon bile hazırladım İspanyolca.
Ne keyif aldım ama içini doldururken!

Sonra da Zelda'nın evinde sözlü olduk.
Zelda'nın güzelim terasında, harika bir sefarad yemekleri sofrasında, İspanyolca hocamız Andres'le bütün bir gün sohbet ettik.
Zelda bizim kursun canavarı, "numero uno"su.

Que divertido!

Anlar önemli...

Sevdiğim bir arkadaşımın babası aniden rahatsızlanıyor.
Teşhis koyamıyorlar bir süre.
Yurtdışındaki nobel ödüllü akademisyenlerle, doktorlarla görüşmeler başlıyor bir yandan.
Çok nadir görülen bir hastalıkmış meğer.
1 ay gibi kısa bir sürede görme, konuşma, yürüme gibi çok temel bir takım fonksiyonlarını kaybetmeye başlıyor.
Yoğun bakıma alıyorlar.
Tedavisinin mümkün olmadığı söyleniyor.
...
Hayatın böyle bir yüzü de olduğunu unutmamak gerekiyor sanırım.
Anı gerçekten iyi yaşamak lazım.
Sağlık çok önemli.
Mutluluk çok önemli.
Olmazsa olmazlarımız...
...
Bugün arkadaşımla konuşurken gerçekten çok üzüldüm.
...
"Tedavisi yok" demişler...
...
"Bir umut diyorum" yine de,
bakarsınız bir mucize olur...
Dilerim...

İspanyolca 2. kur bitti - 3. kura başla ve tam gaz devam et :)

Hayatımda verdiğim ve doğruluğundan emin olduğum 3 karar var:

1. Kardeş istemiş olmak
2. Hakan'la evlenmiş olmak
3. İspanyolca öğreniyor olmak

Bu kadar net olabilmek hoşuma gitti.
İnsan gerçekten inandığı birşeyleri yapınca böyle olabiliyor demek ki...
Şimdi yine konuyu işe getireceğim ve diyeceğim ki "Demek ki bana uygun işi hala yapmamışım ben"
yoksa listede olurdu.

İspanyolca'da 8 kur var tamamlamam gereken ve şu anda tam dörtte biri bitti!

Ne mutlu bana :)

la vie en rose...Göztepe Benzinci'de...

Cumartesi, deli Bağdat Caddesi trafiğinden kaçmışım, benzinim bitmek üzere olduğu için Göztepe benzincideyim.
Kredi kartımla ödeme yapmak için bekliyorum sırada.
Her yer kalabalık.
Dışarıda bir curcunadır gidiyor.
Benzinciye bir polis memuru giriyor. Pek bir sert bakışlı, etrafı kolaçan ediyor ama belli bir amaçla değil, daha çok biraz zaman öldürmek ister gibi...Seçtiği yer neden bir benzinci bilemiyorum, belki de birileriyle buluşacak burada...
Ve ben böyle canımdan bezmiş beklerken, bir anda "la vie en rose" çalmaya başlıyor...
Bayılırım...
Özellikle de "Jeux d'enfants" filmine çok yakışmıştı!!!
Bir de bakıyorum ki bu bir cep telefonunun zil sesi.
Ve telefon da sert bakışlı polis memuruna ait.
Ne hoş bir kontrast!
Nefis bir an...
Telefonu açıp cevap verene kadar şarkının tadını çıkarıyorum...
Dinlemeyeli bir hayli zaman olmuş.
Güzel geldi.
Az önce o anı hatırlayıp yine dinledim.
Her dinlediğimde gözlerim doluyor.
İçime böylesine işleyen bu şarkı benim hüzünlerimi mi yoksa içimde taşıdığım genlerden gelen hüzünleri mi tetikliyor acaba...
Çok güzel...
Hem hüzünlü hem de çok mutluyum bu şarkıyı dinlerken...

Nasıl gelişeceğiz acaba?

Haftasonu Erenköy Ethem Efendi Caddesi'nde, sokakta karşıdan karşıya geçerken yere tüküren bir kadın gördüm.
Hayatımda ilk defa şahit oldum böyle bir şeye.
Hani erkeklere alışmıştık da, kadınlar da başladıysa işimiz çok demektir.
Uyarsam utanır mıydı acaba yaptığından?
Bilemedim. Ar duygusunu kaybetmiş bir hayli insana rastlar oldum etrafta....

Quizas, quizas, quizas

Siempre me te pregunto
Que cuando, como y donde
Tu siempre me respondes
Quizas, quizas, quizas

Y asi pasan los dias
Y yo desesperando
Y tu tu contestando
Quizas, quizas, quizas

Estas perdiendo el tiempo
Pensando, pensando
Por lo que mas tu quieras
?Hasta cuando?, ?hasta cuando?

...

ezberlediğim ilk ispanyolca şarkı :)
internette Nat King Cole versiyonunu dinleyerek ezberledim
ben de kadife gibi söylüyorum, yumuşacık...

güzel olan şarkının sözlerinin de anlaşılır olması
şu ana kadar öğrendiğim "zaman"larda olduğu için...