İçimizdeki Gücü Uyandırma Yolculuğu...



Bazen mutluluktan havalara uçacak gibi olurum, sebepsiz olduğu zamanlar vardır bu halimin.
O sabahlar içimdeki sonsuz yaşam ateşi ile uyanırım; kanım kaynar, kabıma sığamam, güzelliklerle dolup dolup taşacakmışım gibi gelir... "Taşsam da herkese bulaşsa" derim, gerçekten dilerim bunu!
İşte o hali, sanki bir frekans olarak düşünsek de hep o frekansta kalsak diye geçer aklımdan.
Olur mu olur. Neden olmasın?

Biz kadınlar buluşunca, YenidenBizce konuşmaya başlayınca, bu enerji doluyor ortama. Hepimizi sarıyor, sarmalıyor, yüreklerimizi ısıtıyor ve çoğalıp yayılıyor...

Sevgili Elyan, Sevgili Füsun, iyiliğe, saflığa ve güzelliğe giden bir hayat yolunun dönüm noktalarındaki şapeller gibisiniz. Işık saçıyorsunuz, huzur veriyorsunuz; yalnız olmadığımızı hatırlatıyor, sevgiyle kucaklıyorsunuz.

sevgiyle kalın,
Eylem   

Çocuklu bir annenin sıradan bir sabahı

28 Ekim 2014, Salı

Sabah 06:55:te Mina'nın "baba" diye seslenmesiyle uyandık, her zamanki gibi.
Uyandığında ya bana ya babasına seslenir.
Karyolasından uzanıp odasının lambasını yakar.
Bu sabah da öyle oldu.
Ben de ok gibi fırlayıp Mina'nın yanına ışınlandım.
Onu yatağından aldım, odasındaki şifonyerin üzerinde oynamak istedi biraz (evet üzerinde oynuyor, çünkü oradaki rafta bir kaç parça oyuncak var, onları alma bahanesiyle orada, yerden yüksekte olmayı seviyor)
Oradaki oyunu bittikten sonra iphone'u istedi hemen - bu da her zaman oluyor ve ben gerçekten bu derece telefon ve oradaki medya ile bu kadar yakın bağı olduğu için çok zorlanıyorum, ona vermek istemiyorum telefonu, her seferinde olay çıkıyor...
Vermemek için türlü oyunlar yaratmam gerekiyor, bu da yoruyor beni. Her seferinde yeni bir oyun...

O sırada kahvaltımız hazırlandı.
Gittik mutfağa, Mina'ya dünkü sanat terapisi sırasında yaptığım çalışmada kullandığım materyallerden verdim; rengarenk kuş tüyleri, hamurlar, ve kendi oyuncakları ile oynamaya başladı.
O sırada çok güzel bir şekilde kahvaltısını yaptı.
Benden telefonumu istedi, Play doh izlemek için. Ben de güzel bir kahvaltı yapmış olduğu için ona izin verdim.
Okula gitmek için hazırlanmaya başladık bir yandan.
Evimizin kapısındayken Mina bisikletine saldırdı, binmek istediğini söyleyerek.
Bense onu bir an önce okula götürmek istediğim için, bisikletinden koparıp asansöre bindirdim zorla.
Kendini yere atıp ağlamaya başladı.
Asansörden inene kadar mücadele.
Arabaya yürüyene kadar mücadele.
Sabrım taşmaya başladı.
O sırada, Mina'nın giyim çantasını unuttuğumu fark ettim.
...
Bu sıralar mücadele devam ediyor.
...
Mina'yı araba koltuğuna oturtmak için kucağıma alıyorum, nasıl direniyor, nasıl yay gibi oluyor anlatamam.
Bu arada, babamız taaa 9. kattan aşağı bakıyor, tepeden bizi izliyor.
Mina, "babaaaaa babamı istiyorum!!!" diye bağırıyor!
...
Mina'yı bir türlü koltuğuna oturtamadım,
ben de bağırmaya başladım,
Hakan'a sesleniyorum "İn aşağı seni istiyor!"
O bana işaret parmağını sallıyor, ve pencereden ayrılıyor,
gelecek aşağıya...

Gerginlik tırmandı!

O sırada Zevi, elinde Mina'nın çantasıyla otoparka geldi,
Ben Mina'yı ona bıraktım,
ve "kaç kaç kaççççç", oradan jet hızıyla uzaklaştım...

Kendimi Şaşkınbakkal'daki Cafe Nero'ya attım, "ohhh, içeride klasik müzik çalıyor ve ben yazıyorum"

Cep telefonumu kapattım.

Kimsenin bana ulaşmasını istemiyorum.

Herkes başının çaresine bakabilir.

Hakan da Mina'ya sahip çıkabilir.

Ohhh, biraz nefes aldım.

Rahatladım.

Şimdi bir kahve :)

(hala nefesim düzene girmedi)

 

ATATÜRK'ü Okuyan ve Anlamaya Çalışan Sevgili Babam İçin

40 yaşındayım.
Sanırım babamı anlamaya başladım.
Onca yıl ona büyük bir öfke duymuştum.
"Her şeye karşı" (protest diyebilirim sanırım) olan tavrından ve tutumundan bıkmıştım.
Bunu her ortamda ortaya koymasından ve anlamayanlar için üstüne basa basa dile getirmesinden usanmıştım.
İtiraf etmeliyim, onun bu duruşundan dolayı ondan utanmaya başlamıştım.
Neden benim de "sıradan/ düz bir babam olamıyor sanki" diye düşünüyordum.

O hep "ben düzene karşıyım, kimsenin uşağı olmadım, olmam; üç kuruşa tamah etmem" der dururdu. Hala da söyler.
Ben onu tanıdım tanıyalı böyle, hiç değişmedi. 

İsmimden nefret ettiğim zamanlar oldu.
EYLEM.
Bir çok kez sorulara maruz kaldım:
"baban 68 kuşağından mı?"
"eski tüfeklerden mi?"
"döndü mü o da şimdilerde?" (küçükken nereye dönmekten bahsettiklerini bilemediğimden gülümsüyordum sadece soru işaretiyle bakan gözlerimle)

bu sorulardan bezdiğim zamanlar oldu.

Dönme meselesinin varlıklı olmakla bağlantısını çözdükten sonra, "Evet döndü, hem de şahane döndü; artık bir sürü evimiz, arabamız, yatımız, katımız, bankada bir dolu paramız var" diyebilmek istedim.

Okuldan gönderdikleri forma, "Babanızın mesleği" kısmına neden "İŞÇİ" yazdığını bir türlü anlayamadım,
"o makine mühendisi aslında" diye açıklamak zorunda hissettim hep...

Sanki acizdik
ve 
babam aciz olduğumuzu haykırmak istiyordu :)
Çocukça belki ama böyle düşünüyordum...

Babamın neden hayali ihracat yapmadığına, neden hırsızlık yapmadığına, neden patronlarının yalakası, uşağı olmadığına, bağladığı işlerden neden kendine düşen payı almadığına bir türlü anlam veremiyordum. Etrafımda bunları yaparak yaşayan aileler güller gibi geçinip giderken biz hep geçim derdiyle mücadele ediyorduk.
Benim özel okulda okuyabilmem için, burs almam gerekmişti. Burs almak için de çok çalışmam... Canım çıktı çalışmaktan, alnımın teriyle aldım burslarımı; üniversitede okurken başladım bir yandan harçlığımı kazanmaya. Ama hep mücadele, hep mücadele... Neden diye sorup durdum kendime sürekli.

Babamsa hep "Atatürk'ten, Marks'tan, Nietzche'den, Seneca'dan..." bahsetti. Boy boy kitaplarını koydu önüme.

"Emek, hak, eşitlik..." dedi.

"İlhan Selçuk, Atilla İlhan, Server Tanilli, Uğur Mumcu; Deniz Gezmiş, Che Guevera, Castro..." dedi.

Bir dolu hikayeler anlattı, çoğunda gözleri dolarak. Çoğunda ağlayarak.

Ben onu anlayamadım. Anlamayı reddettim.

Hayat akıp geçiyor.
Geçen zaman içerisinde ben babam gibi birini görmedim. 
Sözünü dolandırmayan,
Kimseye hoş görünmeye çalışmayan,
Ne ise o olan,
Dürüst,
Samimi, 
Hakikati savunan,
Hiç bir şeyden korkusu olmayan,
Aç kalma pahasına ideallerinden vazgeçmeyen,
Doğru bildiğini sonuna kadar savunan,
Taraf olan,
ve hangi tarafta olduğunu HAYKIRAN!
Ben babam gibi birini görmedim.

...

ve bugün 40 yaşında, 
Geldiğim noktada,
Yaşadıklarım ve gördüklerim,
Babamdan her zaman duyduğum ve duymaya devam ettiğim kavramlar
Artık bir şeyler ifade ediyor.

Ne demek istediğini anlıyorum babacığım.
Seninle gurur duyuyorum.
Babam olduğun için çok mutluyum.

Ve biliyorum ki,,
Senin gibileri var olduğu müddetçe
Başka bir Türkiye mümkün!
Atatürk'ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti,
Atatürk'ün çizdiği yolda ilerlemeye devam edecek.

Seni seviyorum babacığım.

Ben EYLEM YALIN.
Akif YALIN'ın kızı olmaktan gurur duyuyorum.

Yazım, değerli Işıl Özgentürk kanalı ile 28 Eylül 2014 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'nde, Işıl Hanım'ın köşesinde yayınlandı.

Koçluk görüşmelerimizden kısa kısa...

...Düşünce gücü ile daha neler neler yapılabileceğini hayal bile edemeyeceğimizi düşünmeye başladım... Eylem Yalın

Bu, koçluk görüşmelerime ilişkin ilk notum.
Notumu paylaşmaktaki amacım, sürecin faydasına inanmam, bilfiil tecrübe etmiş olmam ve ihtiyaç duyan herkesin yaşamasını tavsiye etmek istemem.

Ben çok yakın bir zamanda, yaklaşık 1 ay önce tanıştım "koçluk" yaklaşımıyla.

Kendimle ilgili düşünmeye ve çalışmaya başlayalı ise 10 sene oldu.

Kendimle ilgili çalışmaktan kastım, hayattaki beklentilerimi, yaşam standartlarımı, mutluluk, mutsuzluk faktörlerimi, ilişkilerimi gözden geçirmek; ve iç sesimin çığırdığı şu sorulara bir kulak vermek:
"Koşuyorum ama nereye koşuyorum? Başarılıyım evet ama nedir bu tatminsizlik hissi? Ya içimdeki tarifsiz boşluk?..."

Baktım ki bu sorulara net cevaplar bulamıyorum, anladım ki konu manevi. Derinlerde bir yerlerde demek istiyorum.

Ben de karar verdim derinlere inmeye.

Söylemesi kolay, düşünmesi de öyle ama yapması epey çaba istiyor.

İlginçtir ki hiç gocunmuyor insan çaba sarf etmekten çünkü her ufak adım bir ferahlık getiriyor. Her ferahlık, biraz daha berraklık. Berraklık umut, umut da devam etme azmi ve motivasyonu...

Bundan sonrasını kopya çekeceğim.

Koçluk görüşmelerime ilişkin sorular sormuştu arkadaşım Füsun, bizim Yeniden Biz (YBiz) derneğinin kıymetli destekçilerinden olur kendileri.

Bu koçluk programına da YBiz kanalı ile dahil oldum.

İşte sorularına verdiğim yanıtlar:

1-Koçunuz: Bahar Zengingönül
2-Görüşme Sayınız: 3
3-Koçluk görüşmelerinden beklentiniz ne? Niyetiniz ne?

Kendimi anlamak, duygu ve düşüncelerimi yorumlayabilmek, çevremi anlayabilmek,  farkındalığımı artırmak, hayattan daha fazla doyum alabilmek için algı mekanizmalarımı akord etmek; içsel yolculuğumla birlikte kızıma sağlıklı bir anne, eşime anlayışlı bir hayat arkadaşı ve çevreme yararlı bir birey olabilmek.

3-Koçluk görüşmelerinizin şu ana kadar size nasıl bir faydası oldu?
Müthiş bir faydası oldu.
Yukarıda tarif ettiğim beklentilerimle ilgili kapılar açıldı zihnimde, ilk görüşmemizden itibaren. Hayatımın akışına uyarlamaya başladığımı fark ettim koçumla konuştuklarımız sonucunda içimi kaplayan enerjinin getirdiklerini.

Burada, koçluk görüşmelerim sırasında yaşadığım süreci paylaşmam gerektiğine inanıyorum çünkü bir çok kişinin ihtiyaç duyduğunu biliyorum bu tarz bir desteğe.  Sadece kimileri farkında ama bu konuda hiç bir girişimde bulunmuyor, adeta bir mucize ya da sihirli değnek bekliyor; kimileri ise nereden başlayacaklarını bilemiyorlar.

Benim sürecimde, kafamda koçumla konuşmak istediğim çok şey vardı ancak spesifik hale getiremiyordum. Başlangıç görüşmemde durumu açıklıkla ifade ettim ve 'ben size biraz kendimi anlatayım, sonra birlikte bir rota çizelim' dedim. Koçum beni dinledikten sonra, çalışmaya değerlerimden başlamayı önerdi. Yazdık, çizdik ve elimde üzerinde değerlerimin yazdığı bir şema ile, hayatımda benim için değer arz eden başlıklardaki durumumu gördüm.

Bir sonraki görüşmede hayattaki rollerimi konuştuk: anne, eş, abla, çocuk, danışman, vb. Fark ettim ki, rollerimden bahsederken 'Eylem'i tamamen unutmuşum. Üzerinde çalıştık. Devam edeceğiz...

Daha sonraki buluşma öncesinde bir kişilik envanteri çalışması yaptık ve buluştuğumuzda, bu çalışmanın ürünü olarak çıkan raporumun üzerinden geçtik. Raporda, mevcut durumda belirli konu başlıklarında ne vaziyette olduğum kadar, tercih edebileceğim/ keyifle yapacağım işler de sıralanmıştı. Çok yerinde bir çalışmaydı.

Tüm bunların yanısıra öyle çok paylaşım oldu ki koçumla aramızda; örnekler hem kızımla iletişim, hem eşimle iletişim, hem de kariyerimle ilgili kararlar boyutunda ne kadar iyi şeyler yapabileceğime olan güvenimi, inancımı ve motivasyonumu artırdı.

4-Koçluk görüşmelerinizde size faydası olmadığını düşündüğünüz hususlar oldu mu? Oldu ise örneklendirebilir misiniz?  

Benim olmadı. Bilakis hiç aklımda olmayan kazanımlarım da oldu. Örneğin, içimi acıtan bir hadise vardı, ortaokul yıllarıma uzanan... Bir ara koçuma bunu anlatırken buldum kendimi. Bu gibi tatsız hatıraları silme tekniğini denedik; işe yaradı! Evet, gerçekten yaradı. Üstelik mucize olmadı. Düşünce gücü ile gerçekleşti bu başarı...

Düşünce gücü ile daha neler neler yapılabileceğini hayal bile edemeyeceğimizi düşünmeye başladım.

5-Şu ana kadar yaptığınız görüşmelerle, koçluk programını tavsiye eder misiniz? Edecek olsanız nasıl bir tavsiyeniz olur?

Kesinlikle evet! Hayatı doyasıya yaşamak istiyorsak, küçücük şeylerle mutlu olmayı öğrenmeliyiz. Nietzsche de  bunu söylemiş zamanında. Bunu yapabilmek için de çalışmaya kendimizden başlayıp beynimizi, kalbimizi, ruhumuzu masaya yatırmalı ve cesurca yüzleşmeliyiz korkularımzla, engellerimizle, kısıtlarımızla, eksikliklerimizle. Ardından zaman kaybetmeden kafayı kaldırmalı ve ileriye bakmalıyız...

Tayfun, Uğur ve Hakan’ın Canı; Kaan, Naz ve Mina’nın Biricik Babaannesi…

ANNEMİZE…

Gittiğine inanamıyorum.
Bir şekilde kabul edemiyorum, aklım almıyor.
Bu kadar ani olmamalıydı.
Mina'nın babaannesiyle geçireceği uzun yıllar olacaktı.
Sen ona babaanne kurabiyeleri, ev reçelleri, poğaçalar yapacaktın yine.
Mina'ya akıl verecektin.
Şımartacaktın onu.
'Kurban olsun babaannesi ona' diyecektin.
...
Dönecektin yazlıktan.
Sana gelecektik ma-aile; oğulların, gelinlerin, torunların.
Yemekler yapacaktın bize.
Mutfak masasının etrafında oturacaktık.
Sevgili oğulların ve torunların için köfte, patates olacaktı mutlaka. 
Pilav, yaprak sarması, Maraş usulü kuru patlıcan, biber dolması.
Ben seviyorum diye kısır da olurdu mutlaka, sumak ekşili.
Sarımsaklı, yoğurtlu bir şeyler de tabii ki.
Ekşili çorba, bulgur köftesi, içli köfte...
Ve hiç kimsenin bir türlü senin gibi yapamadığı kıvırcık salata; yağı, limonu tam kıvamında...

Hepimiz önce şöyle bir bakacaktık, bir kuş sütü eksik sofraya;
Hele bir böyle söylemeye kalkalım, "bulur koyardın kuşun sütünü de tam ortaya"
Sonra nereden başlayacağımızı bilemeden yumulup yemeklere,
Ağızlarımızı şapırdata şapırdata, "ımmmm, nefis nefis"sesleri,
"Ellerine sağlık annem",
"Şu dolmayı da kimse senin gibi yapamaz",
"Ben bu yapraklara hastayım",
"Kısır muhteşem olmuş, tam istediğim gibi, ne de özlemişim",
"Ellerine sağlık anneciğim, hangi aralık yaptın bütün bunları?"
Hakan hemen atılıp "9 Aralık" diyecek,
Tayfun'da bir dolu hikayeler, sanırsın hiç sonu gelmeyecek,
Uğur yine sessiz, kendi halinde, kıs kıs gülecek,
Sen "Aman bunu yapmakta ne var, siz isteyin ben hep yaparım yavrucuğum" derken sen,
Yüzünde koskoca bir mutluluk belirecek...
"Evlatlarım için herşeyi yaparım" diyeceksin ve her zaman söylediğin gibi tekrar edeceksin "Eylem bak, kolunu ver deseler hiç düşünmem veririm yeter ki evlatlarım mutlu olsun" diyeceksin...
ve devam edeceksin: "Hep böyle bağlı kalın birbirinize, sakın ola ayrılmayın..."

Herkes sıkıntılarını, takıntılarını dökecek ortaya,
"Aman, hayat kısa, değmez üzülmeye, neyiniz eksik yavrum, şükredin, şükredin Allah'ın gücün e gider" diyeceksin,

O arada yemek faslı bitecek,
Oğlanlar "Annem çayın var mı?" diyecek;
Sen hazırlıklısın, koymuşsun onu da demlenmiş bile,
Her şey tam da olması gerektiği zamanda, her zamanki gibi,
Ve sen de kendinden emin,
10 numara bir anne, 10 numara bir ev hanımı olarak,
"Hazır yavrum hazır, siz geçin salona ben getiririm çayınızı" diye cevap vereceksin.

Oğlanlar salona geçecek, pencerenin önündeki yerlerini alacak,
Sen çayları koyacaksın,
Yanına da unutmamışsın tabii ki,
Tabii ki canım, unutur musun hiç,
Almışsın çayla yenilecek bir dolu kurabiye, bisküvi, galeta,
ve kuruyemiş,
Çaylarını vereceksin...

Onlar kardeş kardeş muhabbet ederken,
gelinlerle mutfakta türk kahvesi içeceksin,
sigaranla...

Nasihat edeceksin, "Kocalarınızın kıymetini bilin, evlerine bağlılar, içkileri yok, kumarları yok, bir dediğinizi iki etmiyorlar, kıymet bilin yavrum; üzmeyin birbirinizi... Siz mutluysanız, benden mutlusu yok. İnanır mısın Eylem, kapıdan içeri girdiğinizde yüzlerinize bakıyorum hemen, canınız sıkkın m, iyi misiniz, herşey yolunda mı diye; sorun yoksa tamam, benden mutlusu yok; ama üzgünseniz, o gece uyku yok bana. Siz iyi olana kadar huzur yok..."

Sonra, daha önce defalarca dinlediğimiz hikayeleri sanki ilk defa anlatıyormuş gibi anlatacaksın,
biz de sanki ilk defa dinliyormuş gibi dinleyeceğiz;

Çınarcık'tan döndün ya, yazın komşularda illa olmuştur bir kaç vukuat,
onlardan bahsedeceksin...

Ayakların seni mahvediyor, dizlerin çok fena, nasıl şişti bacakların bak,
geceleri uyuyamıyorsun, sabahı sabah ediyorsun,
saçını taramak gelmedi içinden bugün, geceliğini biz gelmeden önce çıkardın üstünden...
anlatacaksın...

Ya da Füsun'la Bostancı'ya gittiniz, çay bahçesinde oturdunuz, ah nasıl iyi geldi...
anlatacaksın...

veya Tayfun bugün seni ve Aysel ablayı alıp balık yemeye götürdü...
Hilton Oteli'nin çatısında çay içtiniz...

"Baban öldükten sonra Tayfun artık benimle ilgilenmez diyordum, ama hiç yalnız bırakmıyor; Allah onun tuttuğunu altın etsin, Allah ne muradı versin..." derken çok huzurlusun...


Sonra" hadi bakalım biz de salona geçelim, 
oğlanların yanına" diyeceksin,
ve devam edecek sohbet orada...

Uykular gelince, daha biz yeltenmeden kalkmaya,
"Hadi bakalım yorgunsunuz, gidin evlerinize" diyecek,
Yemeklerden kalanları pay edeceksin üç eve.
Gelinlere, "Aman kaplarımı geri getirmeyi unutmayın,
tekrar bir şeyler vermek istediğimde kap kalmıyor sonra" diyeceksin;
aslında unutacağımızı bilerek...
Bir de "Ay çok güzel şuranın beyaz peyniri size de aldım, halis tereyağından da koydum, zeytine bak bakalım sevecek misin" diyeceksin, çünkü yetmemiş, onlardan da almışsın bize; boğazından gitmezmiş yoksa...

Az daha unutuyordum, "hediyeler tabii ki"
Her birimize seveceğimiz bir şeyler almışsın yine,
"Al bakalım Eylem beğenecek misin, ben çok beğendim, sana çok yakışır" diyeceksin;
mağazadaki kız sormuş "teyze kime alıyorsun?" diye;
sen de "gelinime" demişsin,
o da "gelinin ne şanslıymış" demiş...
Anlatacaksın anneciğim,
Biz de dinleyeceğiz ve sarılıp boynuna,
"Anneciğim çok teşekkürler, çok güzel oldu, bayıldım; çok teşekkür ederim, nereden bulursun böyle şeyleri..." diyeceğiz...

Başını şöyle yana eğip gülümseyeceksin, "aaa teşekkür edecek ne var, alacağım tabii ki, sen benim kızımsın" diyeceksin... Birbirimize sarılacağız yine... 

Oğlanlar, "hadi sallanmayın, gidiyoruz" derken;
Sen hazırladığın yiyecek dolu torbaları ellerine tutuşturacaksın,
biz taşıyamayız ağır olur diye düşünerek...

Sarılıp öpüşeceğiz anneciğim,
herşey için teşekkür edeceğiz,
"ellerine sağlık"
...
ne yaptım yavrum ne yaotım ki..."
"siz gelin ben hep yaparım..."

Seni seviyorum anneciğim!

Bugüne kadar sana hep teşekkür ettim Hakan gibi bir evlat doğurduğun için;
tanıdıkça, ve özellikle de anne olduktan sonra "ne iyi, ne hayırlı evlatlar yetiştirmişsin anneciğim, böyle adamlar yok" dedim, ellerinden öptüm;

Şimdi sana teşekkür ediyorum,
Bu kadar güzel bir insan olduğun,
hayatımızı güzelliklerle yonca gibi işlediğin,
bizlere sevgini, kıymetli nasihatlerini verdiğin,
ve sadece ama sadece SEN olduğun için...

Huzur içinde uyu annem,

Biliyorum ki, "kalbimizdesin"
Biliyorum ki, "nefesimizdesin"
Biliyorum ki "Ruhumuzun derinliklerinde hep bizimlesin"...

Seni seviyorum anneciğim...

Nur içinde yatıyorsun, mekanın cennet olmuş...



Mina'nın doğum günü ve curcuna

Mina'nın doğum günü çok keyifliydi.

Davet ettiğimiz tüm arkadaşlarımız gelebildiler, bir kere en güzel kısmı buydu.

Sinoş ve annem; Nuki ve Atılay; Feryal, Cenk, Esma; Serkan, Funda, Ada, Mira; Özti, Seda, Ömer, Zeynep; Lavanta Serpil; Ayça; Hande Ocak ve ikizleri; Alper, Gülru, Aksel; Ceylan, Güneş; Nilly ve Mira; Porsuk, Banu, anneanne ve Deniz; Gürcan; Agrilia Melih ve Fatma; komşu kızı Gülsüm Naz...

Winnie the Pooh pastamıza bayıldım.

Bir Pamuk Prensesimiz vardı, Mİni Club'ten ayarladığım Feride.

Müzikler ve Satsuma Votka nefisssti. Cenk the Salça sağolsun :)

Çocuklar epey coştular :)

Büyüklerin de keyifleri yerindeydi.

Akşamına Alancha'da yemek yedik. Şahane oldu.

Ferikolar bizde, Serkan'lar otelde kaldılar. Pazar günü Quente'ye gittik denize, Emrah ve Sibel de katıldı ekibe.

Pazartesi bizde öğle yemeği yedik Ferikolar ve Serkan'larla; sonra herkes evine döndü...

Sinoş, bayram tatilini fırsat bilip tüm haftayı bizde geçirdi. Mina bir saniye olsun yakasından düşmedi...

Tam 1 hafta sonra da Deniz, Cas ve çocuklar geldiler kalmaya :) harika bir haftasonu geçirdik birlikte...

işte böyle...




Akıl almaz bir hızla öğrenmek bu demek sanırım

Her gün şaşırır mı bir insan çocuğundan duyduğu yeni şeylere?

Yazmazsam unutacağım ama her şey süreç içerisinde öyle bir doğal cereyan ediyor ki, şu sıralar tüm yaşadıklarımızı yazmak imkansız gibi...

Uyumadan önce kitaplarımızı okuyoruz. Bu akşamki kitapta bir konserden bahsediyordu. Mina hemen "anneanne de şarkı söylüyor" dedi. Herşeyden önce konser ve şarkı söylemek arasında bağlantı kurdu. Anneannesinin 2 ay önceki konserine atıfta bulunarak...

Babası bu sabah, Atılay'ın hediye ettiği, aynısından Atılay'da da olan şapkayı taktığında, "Aaa babam Atılay'ın şapkasını takmış" dedi.

Kahvaltı yaparken, "annecim gelir misin?" diye elimden çekiştirdiğinde, "Bekle canım, tabağımdakileri bitireyim" dedim. Sonra sohbete daldım, unuttum Mina'yı. O unutmadı, boş tabağımı göstererek "Bak bitti, kalk annecim" dedi.

2 gündür Deniz ve Cas bizdelerdi, çocuklarla beraber. Timur (2,5) ve Teoman (5) çok tatlılardı. Avrupa modelinde yetiştirildiklerinden olsa gerek, hemen herşeylerini kendi başlarına halletmeye alışkınlar. Mina onları epey gözlemledi.

Gece uyku zamanı geldiğinde, Mina'ya kitap okuduktan sonra, onları örnek verdim. Kendi kendilerine yataklarında uyuduklarını anlattım. "Hadi biz de öyle yapalım canım. Sevdiğin 2 oyuncağın da seninle gelsin" dedim. Yatağına koydum Mina'yı ve çıktım odasından. Bir kaç dakika sonra "Annecim gelir misin?", gittim yanına, "iyi geceler yavrum, aferin kendin uyuduğun için. Ben de odamdayım" dedim. Sonra çıktım. Bir kaç dakika sonra yeniden seslendi. Bu sefer, "Aferin kızıma, kendi uyuyor" dedim ve gitmedim.
Uyudu akıllı bıdık!

Heyyy, bir başka güzel haber de kolluklarla yüzüyor olması. Son 2 haftadır harika yüzüyor Mina. İlk başta simit denedik, sevmedi. Sonra can yeleği denedik, fena değildi, hatta ayaklarını yerden ilk yelekle kesti. Ama kolluk hayat kurtardı. İlk denemeyi Ada'nın kolluklarıyla yaptı :) sonrası geldi. Tabii ki yine Mira ve Ada'yı izleyerek... :)

Alaçatı'da geçen günler ona iyi geliyor. Temiz hava, bahçede oyunlar, saatlerce suda olabilmesi, özgürlük, çıplak gezmek, yalın ayak olmak... hepsi Mina için...

seviyorum kızımı!

Mina'nın 2. yaş doğum günü

Mina 2. yaşına da Alaçatı'da girecek.

Bir klasik oldu sanki bizim için. Ne güzel de oldu.

Vallahi de billahi de çok güzel oldu.

Doğum günü bahanesiyle, sevdiklerimizi topluyoruz yanımıza.

Bu yılki partide 25 + yetişkin, 15 + çocuk olacak. Bayılıyorum böyle toplanmalara!

Partinin sürprizi, arkadaşımız Cenk, nam-ı diğer Salça; Nu Teras'ın DJ'i, sevgili Cenk, kızımızın doğum gününe gelmeye, kokteyllerimizi hazırlamaya razı oldu. Ne mutlu bize :)

Kısmetli kızımın doğum günü elbisesini Nüki aldı.

Kostümünü de Aşkın, taaa kışın vernişti. Melek kostümü :)

Babasıyla bana da süslemeler kaldı. Bir de menü.

26 Temmuz Cumartesi kutlayacağız. Akşamına da Alancha'da yemek ayarladık, Çınarcıks olarak. Hadi bakalım eğlencenin dibine varalım.

Anneannemiz ve teyzemiz de geliyor Cuma sabahı. Sonrasında teyzemiz 1 hafta burada!

Mina coşacak!

canım kızım!




Alaçatı 2014

Alaçatı sezonunu açmadan önce, diğer bir deyişle daha İstanbul'dayken, mırın kırın ediyordum "hala buralarda mısın, ne güzel evin var, gitsene" diyenlere.
2 hafta önce geldim ve bu yıl ilk defa tadını çıkarıyorum buranın.
İstanbul'un tozunu kirini attım üzerimden.
Cam gibi deniz.
Arkadaşlarımız yanımızda.
Bir oradayız bir burada.
Kızım büyüdüğü için her şey bir pıt daha rahat...

Alaçatı yine canlı.
Hacı Memiş, her yıl daha da güzelleşiyor.
Artık daha çok bu taraflarda zaman geçirmek istiyorum.

Çıs tak çış tak yerine, daha sakin müzikler,
sohbete imkan veren ortamlar...
Agrilia mesela, Salça'da bir kadeh bir şeyler içmek,
ay Alavya'da şahane olmuş; feng şui oteli sanki, çok etkileyici bir ambians...

Sonra sakin sakin eve dönmek...

Çeşme Marina'yı da seviyorum.
Hayal Kahvesi çok güzel oldu, her akşam canlı müzik.

Arada Ildırı Manzara'ya kaçmak, gözleme, lokma yemek şahane.

Sakız'a bile gittik arkadaşlarımızla.
Yemek, gezmek iyi geldi.

Bir de tekne tabii ki. En güzel tekne hem de,
arkadaşımızın teknesi :)

Hepsinde Mina da var.

Daha ne isterim :)

yazın tadını çıkarmaya devam...

SAKIZ ADASI desem... Mina'nın ilk yurtdışı tatili...

Bu sabah 09:15 feribotu ile Çeşme'den Sakız Adası'na gittik Nuki ve Atilay ile birlikte.

Mina'mız ilk defa yurt dışına çıktı. 
Pasaportunu ıslattık anlayacağınız.

İlerisi için kendime hatırlatma, gitmek isteyenler için de notlarım şöyle:
 
Mümkünse hafta içi gidin.
Vize için tek adres Ertürk@Çeşme polis karakolu karşısı.
Feribot 30 dk sürer.

1.Araba kiralama - Petros Vasilakis:
+30 694 4334898

2.Restoran- Agyra.
Add: Megas Limionas
Owner - Yorgo
Tel: +302271032178
Merkeze yarım saat.

Mezeler degisik ve guzel.
Bira fresh chios beer.
Ispanaklı köfte
Karides bacon
Jumbo karides
Greek salad
Ahtapot
Kalamar
Magic mushroom (fena degil)
Çocuklar için spagetti bolonez
Köfte güzel
Balık çeşitleri (tazesini söyler)

Burada denize de girilir, önünde plaj var. Ayrıca çocuklar için salıncak ve tırmanma kulesi :)

Buradan Mesta ve Pyrgi'ye gidebilirsiniz.

3. Şarküteri alışverişi - Mario:
Peynir çeşitleri ve kuru etler
Siparişi ver, parayı öde, geri dönüş saatinde feribot iskelesinde teslim eder.

Yukarıdakilerle adanın %90'ını yaparsınız.

Turistik görülecek diğer destinasyonlara geçen yıl gitmiştim, hatırlayamıyorum yazmamışım :(

iyi seyahatler!

Anneannem için...

Aşağıdaki teşekkür yazısının içeriği konuyu özetlediği için uzun uzun yazmadım:

Değerli Kifidis Ailesi,

Hayatımızı kolaylaştırmak üzere yola çıktığınızın çok güzel ve anlamlı bir örneğini bu hafta içerisinde yaşadık.

Huzurevine yakın zamanda yerleştirdiğimiz sevgili anneannemizin en büyük dileği bir tekerlekli sandalye idi. Ancak maalesef kendisi yürüyemediği için uygun modeli ancak kaldığı yerde test edebilecek durumdaydık. Bu durumu bu hafta Kifidis merkez ofisini arayıp Figen Sevilmez Hn'a aktardım. Bu şekilde bir hizmetin söz konusu olmadığını belirttiyse de konunun hassasiyeti nedeniyle müthiş bir ilgi gösterdi. İhtiyacımızı aktardığımda bize tam anlamıyla danışmanlık yaparak uygun olabilecek ürünler hakkında bilgi verdi.

Hayatımızı rahatlatacak, aklımıza gelmeyen farklı çözümleri de sundu ve 2 gün içerisinde tüm organizasyonu yapıp Kandilli'deki huzurevine ürünlerle birlikte bilfiil geldi.

Anneannemin ne kadar mutlu olduğunu, ne kadar umutlandığını anlatamam. 90 yaşında bir insanın hayatına dokunmak ne kadar manidar! İsteğini yerine getirdik ve onu huzura kavuşturduk.
 
Yıllardır güvenle kullanmakta olduğumuz Kifidis ürünlerinin ve markasının ne kadar büyük ve güçlü olduğuna dair müthiş bir deneyim yaşattınız. Başta Figen Hanım olmak üzere, sizlere ne kadar teşekkür etsek azdır.

Sağ olun, var olun...

Eylem YALIN

Mina'dan inciler, "pırtılmış", "hızma"...

Mina bugün yırtık kotuma bakıp "pırtılmış"dememz mi!

National Geographic'in bir fotoğraf derlemesine bakarken de, Afrikalı bir kadının burnundaki hızmayı gösterip "hızma" dedi.

Olacak iş değil.

Ne versek hızla alıyor, son hızla!

Böyle bir potansiyelimiz olduğunu bilmek garip hissettiriyor. Aynı hızla öğrenmeye devam etsek ne güzel olur.

Mina ne çok konuşuyor!

Günler günleri kovalıyor.

Mina epey konuşmaya başladı. Kelime hazinesi çok zengin, hemen her derdini anlatıyor artık, ne istediğini, ne istemediğini söylüyor. Bizim söylediklerimizin de hepsini anlıyor. Cin gibi. Algılar müthiş açık!

Eğleniyoruz kızımla.

Oyunlar oynuyor, kitaplar okuyor, resim yapıyor, dans ediyor, parka gidiyoruz!

Tırnaklarını keserken mızmızlanıyordu, ona da bir çare buldum. "Hadi bakalım, manikür yapıyoruz" diyorum, o da "Manikür, manikür!" diye koşuyor peşimden.

Mina'yı mama sandalyesine oturtuyorurm. Renkli bir tabağa ılık su ve içine biraz Mina'nın şampuanından damlatıp Mina'nın önüne koyuyorum. Ellerini içine sokup oynamaya başlıyor. Biraz oynadıktan sonra -ki bu arada tırnakları yumuşuyor- alıyorum bir elini, başlıyorum tırnaklarını kesmeye. Kesme işi bittikten sonra minik tırnak fırçası ile tek tek fırçalıyoruz :) hafif gıdıklanıyor, çok hoşuna gidiyor. Sonra diğer ele aynı şeyleri yapıp bitiriyoruz işimizi.

Onunla bu kadar zaman geçirebildiğim için çok şanslı olduğumu düşünüyorum.

Hala onu annem olmadan evdeki yardımcımıza bırakıp bir yerlere gidemiyorum. Sadece uyuduğu zamanlarda yapabiliyorum bunu.

Şu anda babasının kucağına oturmuş çocuk şarkıları dinliyorlar iphonedan. "5 little monkeys jumping on the bed". Mina animasyonları izleyip babasına soruyor, "Aaaa o ne o ne? bu ne yaptı?" diye soruyor... Şaşırıyor, "aaaaa...."

ve şarkı bitti, bizimki vız vız vızzzzzzzzz "Bi daaaa, bi daaaa"

çok tatlısın yavrum!

seni seviyorum!


Kandilli Sabanlı Dinlenme Evi

Anneannemi bir bakımevine yatırdık.

Anneannem bir süre bir dinlenme evinde kalacak.

İki ifade arasında ne kadar büyük fark var.

Gerçekleşen ilki, ancak hissiyat aynı ikincisindeki gibi.

O çok mutlu.

Ananişim çok mutlu.

Daha yeni, çok yeni; Cumartesi günü götürdük onu.

Pazar akşamı görmeye gittim. Nasıl keyifliydi. Beş yıldızlı otelde gibi. Bakılıyor, masajlar yapılıyor; yemekler güzel, ikramlar, ilgi...

İçim çok rahat.

88 yaşında.

Bu zamana kadar yanında kimsecikleri istemedi. Kendi başına idare etti, elinden geldiğince.

Ta ki geçen hafta yatağından inerken kayıp yerde kalıncaya dek.

Neyse ki bir şey olmadı. Bir yeri incinmedi, kırılmadı. O hakkını 4 sene önce kullanmış, kalçasını kırmıştı. O dönem bir süre zorunlu olarak yanında yardımcıları oldu, ama toparlanınca ilk iş onları gönderdi.

Güçlüdür benim ananişim.

Bana çok emek verdi.

Çocukluğumda onunla ilgili hatıralarım hep güneş dolu :)

İçim öyle rahat ki, şu anda bu satırları yazarken gülümsüyorum.

Kandilli'de bir dinlenme evinde.

Yeni açılmış. Oradaki 8. sakin.

Böyle diyorlar onlara, "sakin"...

Apartman sakini gibi.

Ananişim hiç de sakin değildir aslında, çok cadıdır. Gülesim geliyor şimdi onunla "sakin"liği bağdaştrmaya çalışırken.

Yeri Sinem buldu, beraber gidip konuştuk. Aynı gün ambulansı ayarladık.
En zoru ananişimi ikna etme kısmıydı.
İki kızının yürekleri yetmedi konuşmaya.
...

Ben konuştum.

Önce 'katiyen hayır' dedi.

Sonra iyi bakılacağını, rahat edeceğini, sosyalleşebileceğini, eski kuvvetini kazanınca da evine dönebileceğini söyledim.

İtiraz etmedi.

Bilemedim, beni susturmak için mi öyle yaptı, yoksa gerçekten "tamam" mı dedi.

Eğer aynı gün götürmesek olmayacaktı.

Ambulans geldiğinde, hala emin değildi sanki gerçekten bir seyahate çıktığından.

Hiç zorluk çıkarmadı. Sadece, "bari yarın olsaydı, bugün yorgunum" dedi.

Sinem onunla ambulansa bindi.

Biz annemle arkalarından takip ettik.

Yolda hep ananem için evince yalnız olmasından daha iyi olacağını konuştuk.

"Sanki kaplıcaya gider gibi..." dedim. Romatizması olduğu için oldum olası sever kaplıcaları.

Ve gittik oraya.

Yerleştirdik odasına.

Yere kadar camlar, nefis bir bahçe manzarası ve "Gül" isimli odada.

Bir oda arkadaşı da var.

Boncuk teyze dedim ona. Çok konuşuyor ama tatlı hatun.

Sabahın köründe ananişime meyve tabağı hazırlamış getirmiş, oturmuş yanıbaşındaki sehpaya sohbet etmişler.

Ananişimin başucuna kitabını koyduk: Füreya ve fotoğraflarımızı :)

İyi gelecek ona.

Canım ananişim.

Sağlıklı, huzurlu, mutlu ol.

Sen güzellikleri hak ediyorsun.

Seni seviyorum...

Canım kardeşim, iyi ki varsın.

Sen olmasan zor olurdu tüm bunları organize etmek.

Birbirimizi ne güzel tamamlıyoruz...

Minama kolayca kavuştum

Doğum denen şey var ya, daha doğrusu normal doğum denen şey, meğer hiç de öyle abartıldığı gibi zor falan değilmiş!

Ben zaten hiç öyle olduğunu düşünmedim nedense;
yani genelde herşeyin kötü tarafını düşünen ve hemen her konuda "olumsuz" yorumlardan daha çok etkilenen biri olmama rağmen doğum konusunda kafam hep çok rahat oldu.
Daha doğrusu, işin fiilen doğurma kısmını son ana kadar hiç ama hiç düşünmedim.
Aslında bu da bir işe başlarken, pek de sonuna konsantre olan tipte ya da sonunu da planlayacak kadar sabırlı tarzda bir insan olmamamdan kaynaklanıyor herhalde. Bu vakada, benim için herşeyi kolaylaştıran faktör oldu galiba.

Doğum sancılarm başladığında saat gece 11:30'du. Tabi ben o sırada bunun doğum sancısı olup olmadığından emin değildim.
Bir hafta önceki doktor muayenesinde sevgili doktorum Cengiz Bey ile aramızdaki dialog şöyle geçmişti:

- Zeyno gel takvime bakalım, kendine bir gün seç.
- Nedenmiş, ben normal doğum yapacağım.
- Tamam da, zamanın geldi, haftaya bebeği almamız gerek.
- Nasıl yani?
- Bir gün seçeceğiz sen geleceksin yatacaksın, sonra seni doğurtacağız.
- Hmmm, suni sancı gibi birşeyler mi yapacaksınız?
- Yahu yapacağız işte birşeyler, sen  o kısmını bize bırak.
- Peki bebek kendiliğinden de gelebilir öyle değil mi?
- Evet, yola girmiş...
- Cengiz Bey bir arkadaşım doğum için Amerika'ya gitmişti, zamanı geldiği halde bebek hala doğmaya niyetli değilmiş, doktoru da ona "çık tempolu yürü, her zamanki tempondan daha yüksek bir tempoda, sonra da eve git ve ya soğuk ya da sıcak duş al" demiş, doğumu hızlandırmak için, ne dersiniz? Olur böyle şey?
- Walla ben hiç duymadım, istersen dene.


İtiraz etmediğine göre bir sıkıntı yok diye düşündüm, ve o günden itibaren yürüyüş hızımı artırdım, süremi de.
Ama duş kısmını abartmadım, bebişe o kadar da şok etkisi yaratmayayım diye geçti aklımdan.
Bir yandan da ona sinyal gönderiyordum, "bak uzun süre ayakta kalıyorum, sen iyice aşağı in bakalım, gel artık yanımıza..."

Bizimki sözümü dinledi ve tam da gelmesi gereken günde 9 ay 10. günde sancılarla kendini gösterdi...

Hamileliğim boyunca canım spesifik birşey çekmemişti. O gece ruffles istedim. Oldum olası sevmişimdir patates cipsini. Yedim afiyetle.

Sancılarım başlayınca, Hakan da açtı laptopını ve önceden indiridiği bir programdan başladı takibe.

devamı sonra...





Mina'nın Erenköy'deki günleri nasıl geçiyor

'Annesinin kuzusu, minicik de yavrusu' diyor benim tatlı kızım :)

Parkta en çok trombolinde zıplamayı seviyor!

Kitap yerine kipak demesine bayılıyorum!

Evimize yakın bir anaokulu var. Bahçesinde Dost isimli bir köpek sürekli bizi bekliyor sanki. Mina oradan geçerken mutlaka sesleniyor: "Dost!", "Dostum!", "gel, gel"

Şaşkınbakkal sahiline inmeyi seviyoruz. Oradaki parka gidiyoruz, bizimki oynuyor zıp zıp! Köpeklerin peşinden koşuyor. Kar, Laçi, Şila... bu köpeklerin hepsiyle oynuyor Mina.

Hareketli bir çocuk.
Eğlenceli.
Bir espri anlayışı var. Bazen bizimle bayağı dalga geçiyor. Bildiklerini söylemiyor ya da yanlış söylüyor bile bile.

Mutlu.

Mutlu ve huzurlu bir hayatı olsun istiyorum.

Bunun için kendi üzerime düşeni yapmaya çalışıyorum.

Ben mutlu olursam, Hakan ve ben birlikte mutlu olursak Mİna da mutlu olur.

Canım kızım!




Duygusal özgürlüğe giden yol ve bu özgürlüğün vaadedecekleri...

"Duygusal özgürlük" diye bir kavramla, bir yaklaşımla tanıştım yakın bir zamanda.
"Emotional freedom" olarak ifade edilmiş, hatta "EFT - Emotional Freedom Techniques" şeklinde uygulamalar var. Bir kaç hafta önce 1 günlük bir grup çalışmasına katıldım. Enteresandı.

Daha enteresan olanı, çalışmayı takip eden günler içerisinde, evde oturduğum bir akşam, gözüme kütüphanemde duran "Duygusal Özgürlük" kitabının ilişmesi...Böyle bir kitabımız olduğundan bihaberdim. Alırken de konuyu "eft" olduğu için değil, eminim arka kapağındaki notlar ilgimi çektiği için almışımdır, çünkü şu çalıştaya katılana kadar bu kavramla ilgili herhangi bir bilgim yoktu.

Arkasındaki notlarda diyor ki "bu kitap, kendilerini daha büyük şeylerin beklediğine inanan fakat onları henüz gerçekleştirememiş olan herkes için çok değerli bir rehber niteliğinde..."

ve devam ediyor:

"Sevmeyi biliyor musunuz?"

Biliyor muyuz?

Biliyor muyum?

İşte böyle başladım okumaya.

O 1 günlük çalışmaya iyi ki katılmış ve bu konuyu duymuşum çünkü konu ile ilgili detayları okumak iyi geliyor. Sade bir dille çok tanıdık hikayeler anlatılmış içerisinde.
"Bir ben var bende benden içeri" sözünün içinde geçen o iç benlikler...
Rüyaların önemi...
Hissettiklerimiz...

Olaylara verdiğimiz tepkileri, özellikle bizi üzen, kızdıran, çileden çıkaran durumları nasıl yönetebileceğimizi; kendimize ve çevremize en az zararla, olgun ve olumlu bir yaklaşımla nasıl idare edebileceğimizi anlatıyor.

Duygusal özgürlüğün bize dinginlik, mutluluk, canlılık, neşe getireceğinden; çevremize karşı daha yapıcı ve anlayışlı olacağımızdan bahsediyor...

Kitabın yazarı Judith Orloff.

İlgilenenlere duyurulur...





Kızım büyüyor

Mina inanılmaz bir hızla büyüyor.

Geçenlerde İngilizce 'A, B, C, D, E, F,G'nini ardından 'yumuşacık G' demez mi? Hakan'la gülmekten kırıldık :)

Bir kaç hafta önce masada oturmuş birşeyler karalıyordum, bir kaç kez yanıma gelip "anne, anne" dedi, ben de "dur işim var şimdi, birazdan bakacağım" deyip başımdan göndermeye çalıştım. O ne yaptı? Kolumun altına girip sakin sakin "annesinin kuzusu minicik de yavrusu" diye mırıldanmaya başladı.
Elimdeki kağıdı, kalemi fırlatıp ona bir dönüşüm var: "sennnnn! sen neler söylüyorsun cannnn" dedim ve gerçekten eridim...

Hayatıma girdiği günden beri tüm dengelerimi alt üst etti.

Özgürlüğüm tamamen ortadan kalktı,
istediğim saatte istediğimi yapmak" diye bir şey kalmadı;
şu anda o uyuduğu için yazabiliyorum bir şeyler,
ve elim kalbimde çünkü kıpırdanıyor, her an uyanabilir
:)
tanrım bu nasıl bir heyecan!

ona olan sevgimi anlatmaya çalışmak manasız,
anne olan herkesin aktardığı şeyler hissettiklerim

kafamı toparlayıp yazamıyorum içimden geçenleri
çok şey geçiyor aklımdan
...

Mina epey güzel konuşmaya başladı,
pek çok şarkıyı söylüyor;

"ba ba black sheep,
dandini dandini dastane,
old mac donald,
uyusun da büyüsün ninni... ve özellikle "tıpış tıpış" kısmını çok seviyor,
mini mini bir kuş donmuştu,
...
köpek uçmak istemiş, bir gün kargaya gitmiş...
karga karga gak dedi,
annecim annecim baksana, şampuanım bitti alsana,
pazara gidelim, bir tavuk alalım, n'apalım...
horozumu kaçırdılar, damdan dama uçurdular,...
wheels of the bus go round and round..."

bunlar dışında bir de dans şarkılarımız var coştuğumuz:
"dev adam, 12 dev adam,
all the single ladies,
mosa mosa,
boom boom pow,
shoop shoop song,
ve tabii ki gangnam style"

hmm, "Ankara'nın bağları" deyince "büklüm büklüm" diyor :)
bir de "pıtı pıtı çekirge"miz var.
Bunlarla da çok fena ayaklanıyor...

Erenköy'deki evimize geri taşındığımızdan beri, her gün Cadde ve Şaşkınbakkal sahildeki parktayız;
taşınma arifesindeki 4 ayımız da anneannemizde geçtiğinden, Özgürlük Parkı idi mekanımız...

Doğduğundan beri en iyi yaptığım şeylerden biri onu her gün dışarı çıkarmak oldu,
yaz kış; soğuk, yağmur, kar,... demeden...

Çok zormuş anne olmak,
hayatımın en zor dönemi,
onunla ilgili hiç birşeyi erteleyemiyorum,
ilk defa bir şey kendimden öne geçti,
ilk defa bu kadar ciddi bir kararın altında ezildiğimi hissediyorum - evde onunla kalmaya karar verdiğim ve işi fiilen bıraktığım gün benim için tarihi bir gündü...
Evde boğuluyorum,
Mina ile kalmaya karar verdim, ancak herşeyi "zorluk" olarak görmek onunla geçen zamanın tadını çıkarmamı engelliyor,
Bazen gerçekten çok mutluyum ama çoğu zaman öyle çok sorumluluk, endişe ve planlanması gerektiğini düşündüğüm onca konu... beni bloke ediyor, geriyor, aşağı çekiyor...
Bir türlü rahat, "relax" denilen cinsten bir insan olamadım,
Haliyle öyle bir "anne" de olamıyorum...
İtitraf etmeliyim, bütün günü onunla geçirmekten sıkılıyorum,
Yüreğim ağırlaşıyor resmen, göğsüm sıkışıyor,
kaçmak istiyorum
ama bir yandan da
onu bırakamıyorum,
yani sadece annemle olduğu zaman içim rahat;
bunun dışındaki bir durumu düşünmeye bile tahammül edemiyorum...