Kızım büyüyor

Mina inanılmaz bir hızla büyüyor.

Geçenlerde İngilizce 'A, B, C, D, E, F,G'nini ardından 'yumuşacık G' demez mi? Hakan'la gülmekten kırıldık :)

Bir kaç hafta önce masada oturmuş birşeyler karalıyordum, bir kaç kez yanıma gelip "anne, anne" dedi, ben de "dur işim var şimdi, birazdan bakacağım" deyip başımdan göndermeye çalıştım. O ne yaptı? Kolumun altına girip sakin sakin "annesinin kuzusu minicik de yavrusu" diye mırıldanmaya başladı.
Elimdeki kağıdı, kalemi fırlatıp ona bir dönüşüm var: "sennnnn! sen neler söylüyorsun cannnn" dedim ve gerçekten eridim...

Hayatıma girdiği günden beri tüm dengelerimi alt üst etti.

Özgürlüğüm tamamen ortadan kalktı,
istediğim saatte istediğimi yapmak" diye bir şey kalmadı;
şu anda o uyuduğu için yazabiliyorum bir şeyler,
ve elim kalbimde çünkü kıpırdanıyor, her an uyanabilir
:)
tanrım bu nasıl bir heyecan!

ona olan sevgimi anlatmaya çalışmak manasız,
anne olan herkesin aktardığı şeyler hissettiklerim

kafamı toparlayıp yazamıyorum içimden geçenleri
çok şey geçiyor aklımdan
...

Mina epey güzel konuşmaya başladı,
pek çok şarkıyı söylüyor;

"ba ba black sheep,
dandini dandini dastane,
old mac donald,
uyusun da büyüsün ninni... ve özellikle "tıpış tıpış" kısmını çok seviyor,
mini mini bir kuş donmuştu,
...
köpek uçmak istemiş, bir gün kargaya gitmiş...
karga karga gak dedi,
annecim annecim baksana, şampuanım bitti alsana,
pazara gidelim, bir tavuk alalım, n'apalım...
horozumu kaçırdılar, damdan dama uçurdular,...
wheels of the bus go round and round..."

bunlar dışında bir de dans şarkılarımız var coştuğumuz:
"dev adam, 12 dev adam,
all the single ladies,
mosa mosa,
boom boom pow,
shoop shoop song,
ve tabii ki gangnam style"

hmm, "Ankara'nın bağları" deyince "büklüm büklüm" diyor :)
bir de "pıtı pıtı çekirge"miz var.
Bunlarla da çok fena ayaklanıyor...

Erenköy'deki evimize geri taşındığımızdan beri, her gün Cadde ve Şaşkınbakkal sahildeki parktayız;
taşınma arifesindeki 4 ayımız da anneannemizde geçtiğinden, Özgürlük Parkı idi mekanımız...

Doğduğundan beri en iyi yaptığım şeylerden biri onu her gün dışarı çıkarmak oldu,
yaz kış; soğuk, yağmur, kar,... demeden...

Çok zormuş anne olmak,
hayatımın en zor dönemi,
onunla ilgili hiç birşeyi erteleyemiyorum,
ilk defa bir şey kendimden öne geçti,
ilk defa bu kadar ciddi bir kararın altında ezildiğimi hissediyorum - evde onunla kalmaya karar verdiğim ve işi fiilen bıraktığım gün benim için tarihi bir gündü...
Evde boğuluyorum,
Mina ile kalmaya karar verdim, ancak herşeyi "zorluk" olarak görmek onunla geçen zamanın tadını çıkarmamı engelliyor,
Bazen gerçekten çok mutluyum ama çoğu zaman öyle çok sorumluluk, endişe ve planlanması gerektiğini düşündüğüm onca konu... beni bloke ediyor, geriyor, aşağı çekiyor...
Bir türlü rahat, "relax" denilen cinsten bir insan olamadım,
Haliyle öyle bir "anne" de olamıyorum...
İtitraf etmeliyim, bütün günü onunla geçirmekten sıkılıyorum,
Yüreğim ağırlaşıyor resmen, göğsüm sıkışıyor,
kaçmak istiyorum
ama bir yandan da
onu bırakamıyorum,
yani sadece annemle olduğu zaman içim rahat;
bunun dışındaki bir durumu düşünmeye bile tahammül edemiyorum...



Mina için yazmak

Mina için yazmak istedim.
Ona özel anları, ileride bakıp güleceğimiz, ağlayacağımız, hatırlamaktan mutlu olacağımız herşeyi not edeceğimi düşündüm.
Ama yapmadım.
Bir miktar yaptım ama çok az ve düzensiz bir şekilde.

Bazı şeyleri telefonuma not almıştım ama bizim bızdık nasıl becerdiyse silmiş.
İşte bu kadar da duyarsız davrandım ve dikkatsiz, özensiz.

Neden? Bilmiyorum.

Mina ilk neler söyledi yazmıştım oraya, şu anda tam olarak hatırlayamıyorum.
Umarım evdeki defterimize de not almışımdır.

Topa hep "pa" dedi,
ilk söylediği kelimeler arasında "baba" var.
"Anneanne"yi "anne"den önce söyledi.
Elmaya "alma" diyor
Armut
Köfte
Pilava "piav"
Makarnaya "maka"
Çilek
Karpuz
Kavuna kaun
Çorba
Otur
Kalk
İn
Atta
Bisiklete "bisi"
scootera "kay kay"
Park


"Su"yu geç söyledi mesela, son " aydır söylüyor

Hayvanları hep bildi
Miyav, kedi
Hav hav
Kanguuu
Papaaan
Penguen
Kuzu
İnek
Eşek
Tavşan
Arı
Ayı
Civciv
Horoz
Karga

...

aklıma geldikçe yazacağım.

artık hemen hemen herşeyi anlıyor,
söylediklerimizi işine gelince yapıyor.

Çok tatlı canımın içi!

Bazen aramızdaki yaş farkını düşünüyor ve gereksiz hüzünleniyorum.
Mina 40 yaşlarına gelince, yani benim şu anki yaşıma, ben 78 olacağım, :(
Olabildiğince uzun süre onun yanında olabilmeyi istiyorum.
Ona destek olmak için...
Çünkü benim hala anneme çok ihtiyacım var,
Hayatımda öyle büyük bir güç kaynağ ki...
Öyle çok konuda hayatımı kolaylaştırıyor ki...
İstiyorum ki kızım da benden bu anlamda faydalanabilsin...
Bakalım,
Pilatese devam eder,
Kendime iyi bakmaya söz verirsem,
Neden olmasın?

...





Neden yazıyorum?

Neden buraya yazıyorum? Bir kitleye sesimi duyurmak değildi çıkış noktam, ancak yazdıklarımın okunması beni mutlu ediyor.
Aslında içimdeki herşeyi dökmek istiyorum ama okunduğunu bildiğim için her konuyu rahatlıkla yazamıyorum.
Bir çılgınlık yapıp yazsam neler olur?
Düşünmek bile istemiyorum!

Neden buraya yazdığımın cevabını vermemişim hala.
Temel sebep hissettiklerimi bir yerlere kaydetmek.

Yazacak çok şey var, yazmadıklarım yazdıklarımdan çok farklı uçlarda ve kesinlikle paylaşılmayı hak ediyor. Bir yandan da merak ediyorum kaç kişiye değecek, kaç kişi "işte bende de aynı böyle..." diyecek okuyunca...

Bu beni bir kitap yazmaya götürüyor.
Ama damardan gerçekleri yazacağım için "nick name"le yazıp sonrasında yakın çevremdekilerin tepkilerini görüp bol bol güleceğim bir kitap olacak.

:)

Annelik halleri

Sanırım şu hissettiklerimi başka anneler de hissediyor mu? Bunlar çoğunlukta mı yoksa azınlıkta mı? sorularına cevap verebilmem için daha çok okumam gerekiyor.

Tanrım bu annelik konusu beni fena halde çarpmış vaziyette. Sanki hayatımın doğal akışının dışında bir dönemden geçiyorum ve bu nedenle de anne olduğum şu son 16 aylık süreçte farklı bir boyutta yaşıyorum...

Mina 2 gün önce nezle oldu, burnu akmaya başladı, ateşi çıktı. Üzüldüm, ağladım. Gerçekten ben onu bu şekilde görünce fena oluyorum.
Sonra, dün akşam onu tam uyutmak üzere yatağına koymuştum ki bir anda kusmaya başladı, ama öyle 16 aylık bir bebek falan gibi değil, bildiğiniz büyük adam gibi, bolca kustu kustu. İçinden çıkacak bir şey kalmayınca sadece sıvı kusmaya devam etti. Sabaha kadar aralıklı olarak sürdü bu durum. Hiç birşey yiyemedi, sadece su içti ve kustu, yine kustu.
Kahroldum.
Elimden bir şey gelmiyor, geçiremiyorum...

Sabahı zor ettik. Doktora götürdük. Ama kusarken herşeyi batırdığı ve sürekli kıyafet değiştiğimiz için doktora giderken Mina'nn kalan tüm cicilerini yanımıza aldık, dolayısı ile bir bebek çantası, bir de orta boy spor çantayla gittik. Doktor bizi görünce seyahate gittiğimizi düşündü, dalgasını da geçti haklı olarak :)

Neyse hastanede uğraşıyoruz, iğne, tahlil vaziyetleri.

Bu noktada Hakan'dan şikayet etmek üzere tuşlara yöneldim ama yazacağım ve hastanede öfkelenmeme sebep olan şeyi abarttığımı fark ettim. Yazmak bu gibi durumlarda kurtarıcı :)
Evet biz onca telaş içerisindeyken Hakan'ın yurtdışından gelen bir çağrıyı cevaplaması, uzun uzun konuşması epeyce canımı sıktı. Epeyce diyorum çünkü onun konuştuğu esnada tahlil sonucumuzu aldık, doktorumuzla konuştuk, doktor ilaçlar yazdı... ve hastane sürecinin kapanışını yaptık.
Kızmakta haklı olduğumu hissediyorum şu anda.
Hiçbir mesele o sırada kızımızdan önemli olamazdı ve o aralığa girmeyi hak edemezdi...

Erkekler hep böyle mi? Bizim kadar duyarlı değiller sanki? Ya da ben duyarlılık ölçümünde baz alınamayacak bir uç noktadayım.

Babalar ve anneler bu kadar farklı mı çocuklarla ilişkilerde?

Babalar nasıl bu kadar rahat oluyor bizim için hayat durabilecek noktalara geldiğinde bile?

Doluyum sanırım.

Hormonlarla ilgili olduğunu söylüyorlar, annelik içgüdüsü vs...

Bu her ne ise şöyle bir şey:

Bir varlık giriyor hayatına ve;
senden yani kendinden bile önemli oluyor,
aşkın ne olduğunu anlıyorsun,
karşılıksız sevmenin ve vermenin de...
fedakarlıkta sınır tanımıyorsun ama yaptıklarına da
asla 'fedakarlık' demiyorsun,
önem ve öncelik kavramların hemen onun etrafında yeniden şekilleniyor,
hiç gülmediğin gibi gülüyorsun,
onu mutlu etmek için akla hayale gelmeyecek saçmalıklar yapıyorsun,
dünyada bir sen oluyorsun bir de o,
başka hiçbir şeyi görmüyor gözün,
ve kalbin sadece onun için çarpıyor,
hayatının anlamı o oluyor...

Minam, bebeğim, biriciğim...



 

Bu hiç de beklediğimiz bir sey değildi...

Pnömotoraks diye birşey işte. Akciğerdeki bir rahatsızlık.

Bundan 15 gün önce, Alaçatı'da Hakan 'ğöğsüm ağrıyor, kalbim sıkışıyor' dediğinde aklımıza gelmedi ciddi bir rahatsızlık olacağı. Çeşme Devlet Hastanesi'ndeki tetkikleri de böyle yorumlamadı doktorlar.
Uçmasının riskli olduğunu da bilemedik tabii ki ve evimize, İstanbul'a uçakl döndük. Azalan ağrılar nedeniyle Hakan'ın kuruntu yaptığını da düşündük(m)...
Taaa ki, daha önce hiç olmayan kuru bir öksürük Hakan'ın yakasına yapışıncaya kadar; taa ki bu sebeple güvendiğimiz doktora gidinceye kadar...
Cumartesi sabahı Nişantaşı'ndaki doktorumuza giderken, Mina'mızı da yanımıza aldık; kontrol sonrasını daha planlamamıştık bile...
Mina yolda uyuyakaldı. Teyzesi de yanımızdaydı neyse ki, onları akciğer tomografisi çektirdiğimiz yerin bahçesinde bırakıp doktorumuza gittik, sonuçları gösterdik...
Bir sonraki durak, Amerikan Hastanesi oldu: 'Hemen gidip yatıyorsun, ben göğüs cerrahisi ile görüşüyorum, hemen müdahale edilmeli' dediler bize...
...
İnsanoğlu plan yaparmış, kader gülermiş...
...
Cumartesi acil bir operasyon, pazar yatış, Pazartesi 'tamam bitti, ama tekrarlama riski var' notuyla hastaneden çıkış. Eve dönüş.
Pazartesi akşamı huzursuzluk, Salı sabahı kontrol röntgeni, sonrasında doktorla buluşma; 'tekrarlamış, hemen hastaneye yatıyorsunuz, yarın sabah ameliyat, başka yolu yok'
Hastanedeyiz.
Yarın ameliyat var.
Moralleri bozmuyoruz, çözümü olan bir durum.

Hakan'ım, canım bebeğim, seni çok seviyorum.

Hatırlamalıyız değil mi, sağlık herşeyden önemli; sıkmayalım canımızı öyle herşeye, üzmeyelim kendimizi boş yere, sımsıkı sarılalım birbirimize...

Mina hayatimi degistirdi

'Mina hayatimi degistirdi' diyorum cevremdekilere. Tam 1 yil 3 haftadir beraberiz minisimle. Tanrim, hayatimin en zor ve en muhtesem donemi!!! Biliyorum, 'muhtesem'in 'en'i olmaz ama onu olduracak kadar buyuk iste daha ne diyeyim.

Karar vermek ve uygulamak konusunda da iddiali bir surecten gectim, geciyorum.

En buyuk karar, ayni zamanda beni en cok zorlayan karar, saniyorum 'kariyer' ve 'annelik' ile ilgili olaniydi. Bu oyle bir yol ayrimi olarak cikti ki karsima, oklarin bir birine, bir digerine bakip durdum aylarca. 'Bir ok daha oldurabilir miyim acaba?' diye de debelendim epeyce. Aman tanrim, ne cok insanla konustum, tanidigim, yeni tanistigim, yolda rastlastigim, vs... Herkes farkli seyler soyledi, kendi tecrubesi, gorusu dogrultusunda.

Icimdeki, o en derindeki ses epey ugrasti kendini duyurmak icin, bense dis seslere odaklandim o bagirdikca. Ne karin agrilari kaldi, ne nefes tutulmalari...

Her seferinde donup kizima bakmam yetti, kararsizlik canlari beynimi kullanilamaz hale getirdiklerinde. Ona bakip o gulusu gorup ya da kas catisi, teslim oldum. Sadece teslim oldum ve hersey sustu. Herkes sustu. Ben ve kizim kaldik...


Yavaş Yavaş ölüyoruz


Okuduğum anda tüylerim diken diken oldu
ne kadar çok enstantane var bizi yavaş yavaş öldüren
ve bunu sadece biz yapıyoruz kendimize
başka kimse değil

Portekizli bir üstat yazmış, 
farklı 2 çevirisini buldum,
ikisini de paylaşıyorum
hangisine daha yakın hissederseniz...


Ağır Ölüm 

yavaş yavaş ölürler
seyahat etmeyenler.
yavaş yavaş ölürler
okumayanlar, müzik dinlemeyenler,
vicdanlarında hoşgörüyü barındıramayanlar.

yavaş yavaş ölürler
alışkanlıklarına esir olanlar,
her gün aynı yolları yürüyenler,
ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler,
elbiselerinin rengini değiştirme riskine bile
girmeyenler,
bir yabancı ile konuşmayanlar.

yavaş yavaş ölürler
heyecanlardan kaçınanlar,
tamir edilen kırık kalplerin gözlerindeki pırıltıyı
görmek istemekten kaçınanlar.

yavaş yavaş ölürler
aşkta veya işte bedbaht olup yön değiştirmeyenler,
rüyalarını gerçekleştirmek için risk almayanlar,
hayatlarında bir kez dahi mantıklı tavsiyelerin dışına
çıkmamış olanlar

Martha Medeiros

Ağır Ölüm (Martha Medeiros)
Ağır ağır ölür alışkanlığının kölesi olanlar, her gün aynı yoldan yürüyenler, yürüyüş biçimini hiç değiştirmeyenler, giysilerinin rengini değiştirmeye yeltenmeyenler, tanımadıklarıyla konuşmayanlar. 

Ağır ağır ölür tutkudan ve duygulanımdan kaçanlar, beyaz üzerinde siyahı tercih edenler, gözleri ışıldatan ve esnemeyi gülümseyişe çeviren ve yanlışlıklarla duygulanımların karşısında onarılmış yüreği küt küt attıran bir demet duygu yerine “i” harflerinin üzerine nokta koymayı yeğleyenler.
 

Ağır ağır ölür işlerinde ve sevdalarında mutsuz olup da bu durumu tersine çevirmeyenler, bir düşü gerçekleştirmek adına kesinlik yerine belirsizliğe kalkışmayanlar, hayatlarında bir kez bile mantıklı bir öğüde aldırış etmeyenler.
 

Ağır ağır ölür yolculuğa çıkmayanlar, okumayanlar, müzik dinlemeyenler, gönlünde incelik barındırmayanlar.
 

Ağır ağır ölür özsaygılarını ağır ağır yok edenler, kendilerine yardım edilmesine izin vermeyenler, ne kadar şanssız oldukları ve sürekli yağan yağmur hakkında bütün hayatlarınca yakınanlar, daha bir işe koyulmadan o işten el çekenler, bilmedikleri şeyler hakkında soru sormayanlar, bildikleri şeyler hakkındaki soruları yanıtlamayanlar.
 

Deneyelim ve kaçınalım küçük dozdaki ölümlerden, anımsayalım her zaman: yaşıyor olmak yalnızca nefes alıp vermekten çok daha büyük bir çabayı gerektirir.
 

Yalnızca ateşli bir sabır ulaştırır bizi muhteşem bir mutluluğun kapısına.
 

Mina doğduğundan beri ilk yazım

Mina doğduğundan beri tek bir cümle bile yazamadım. Öyle yoğun yaşadım, yaşıyorum ki hayatımın bu "en anlamlı" dönemini, kendimi ifade etmekte, duygularımı yazmakta zorlanıyorum.

"Anne olmaya dair" yazısını geçen hafta Sağlık ve Yaşam Dergisi'nde yıl bitmeden yayınlansın diye, Mina'ma hatıra olarak kalsın diye yazdım. Hızlıca, üzerinde çok düşünüp taşınmadan, her zamanki doğallığımla konuşur gibi yazayım istedim, tam anlamıyla öyle olmadı ama yine de, Mina doğduğundan beri geçen onca zamana bakacak olursak - ve benim bir satır bile yazmamış olmama - bu iyi bir şey. Pasım gidecek, ellerim yine kayacak tuşların üzerinde. Kızımla konşur gibi yazacağım...
Şimdi odasından sesi geliyor. Babasıyla birlikte.
Ondan bu kadarcık ayrı kalmak bile pek mümkün olmadı neredeyse doğduğundan beri.
Gideyim yanlarına...
Yavaş yavaş hayata dönmem gerek aslında.
Yani şu anda herşeyim Mina; tüm odağım, tüm dikkatim, tüm zamanım ona adanmış durumda.
Belki bu zamana kadar böyle olması doğaldı, belki...
Yavaş yavaş kendi rutinime dönmeliyim, kızımı da hayatıma ve hayatımdakilere dahil ederek yaşamaya devam etmem gerek...

Anne olmaya dair…




Sabahın herhangi bir saatinde aniden uyanmak zorunda olmak

Bunu haftalarca, aylarca, hatta yıllarca yapacağını bilmek

İlk altı aylık dönemde, en azından iki saatte bir, her yerde ve her koşulda hazır ve nazır olmak

Emzirmek, gazını çıkarmak, altını değiştirmek, kusmuklarını temizlemek

Tulumunun çıtçıtlarını, yüzlerce değil, binlerce kez açmak, kapamak

Uykusuzluktan yıkılmak üzereyken bile gülebilmek

Bir daha hiç eskisi gibi “biraz daha uyuyayım” diyemeyecek olduğunu bilmek ve yine de bunu dert etmemek

Hormonlar çıldırmışçasına inip çıkarken ağlama krizlerine kapılmak ama yine de yapman gerekenleri asla aksatmamak

Yeme ve içme düzenini tamamen “süt üretimine yönelik” düzenlemek, yani faydalı olan her şeyi sevmesen de yemek, zararlı olduğunu bildiklerini ise canın ne kadar çekerse çeksin kenara itmek



Tüm bunlardan dolayı en ufak bir bıkkınlık, sıkkınlık duymamak

Bunların hiçbirini ertelememek



Ona aşı yapılırken demir gibi sağlam durmak

Yüreğin parçalanırken onun gözlerinin içine bakıp gülümsemek



Minicik ayaklarını, ayak parmaklarını öpmek, öpmek, öpmek

Bir gülüşü için canını vermeye hazır olmak



İçim dolup taşıyor. Yüreğimin tam ortasında, tarif edemediğim bir heyecanın kıpırtıları beni benden alıyor. Dudaklarıma gelip yerleşti tebessüm, halinden memnun. Bebeğime bakmaya doyamıyorum… Baktıkça benliğimin derinliklerine doğru gidiyorum, bu kadar engin olduğunu bilmediğimi ilk defa fark ederek…

Dana önce tattığım, yaşadığım, bildiğim hiçbir duyguya benzemiyor hissettiklerim.

Başkalarının anlattıklarından çağrışımlar var sanki, bazı deyişleri kendi kendime tekrar ediyorum ve anlıyorum ki, bunlar da ilk defa gerçek anlamda bir şeyler ifade ediyor benim için. “Yok bunun üstünde bir şey”, “Hayatta hiçbir şey onun yerini tutamaz”…

İşte budur benim için anne olmak!

Bu yılın en özel anını, 25 Temmuz öğleninde, saat on ikiyi yirmi beş geçe yaşadım. Biricik kızımı, Mina’mı kollarıma aldığımda…

Şimdi önümüzde upuzun bir hayat var.

Yeni bir yıla girerken kızım için dileğim sağlıklı, huzurlu, mutlu bir hayat sürmesi; sevmesi, sevilmesi; anların kıymetini bilmesi; doyasıya yaşaması ve hep sevdikleriyle olması…

Mina'yı beklerken

Hamilelik sürecimin son günlerini yaşıyorum.
Evdeyim 10 gündür.
İşe ara verdim, doğum iznine çıktım anlayacağınız.
Haldır haldır gidiyordum aslında işe ve daha da giderim diye düşünüyordum ama her geçen gün daha da ağırlaşıyormuş insan. Hem bebek büyüyor, hem hareketler yavaşlıyor çünkü karın ve kasık bölgesindeki ağırlık, biraz sancılı, değişik...

Ne kadar az yazdığımı fark ettim geçen 9 aylık süreçte.
Neden bilmiyorum.
Aklıma geldiyse de yazmak, öyle özel bir isteğim olmadı.
Oturmadım laptopun başına.

Şimdi ise özetlemek istedim.

Unutursam üzüleceğimi düşünebileceğim bir kaç parça bir şeyler olsun şöyle arkamda.

evvet efendim,
20 Ekim 2011 tarihi, bizim bu maceranın başlangıcı olarak kabul edildi, Doktor Cengiz Bey'in odasında ilk muayenemin olduğu gün.
Ondan sonra, her ay kontrole gittik zaten doktora.
Bebişin ana rahmine düştüğü günler, bizim Alaçatı'da olduğumuz zamanlara denk geliyor sanki.
Yine Alaçatı var işin içinde...

Rahat geçen bir hamilelikti.
Mide bulantım olmadı.
Canım özel bir şeyler çekmedi.
Kısır, zeytinyağlı - ekşili dolma ve bolca meyve vardı hayatımda.
Her zaman olduğu gibi ekşilerde ve tuzlulardaydı aklım.
Yine sevmedim ekmek, hamur işi ve tatlıları...

Biraz reflü oldu başlarda.
Kokular fena geldi.
Et, tavuk ve balıktan uzak durdum; hiç ama hiç istemedim ne yalan söyleyeyim.

Her sabah yumurta yedim, günde yarım ya da 1 litre süt içtim.
Maalesef yoğurt yine yemedim, çünkü sevmem.

Bol su içtim.

Karnım uzunca bir süre çıkmadı, sanırım 6. aya kadar...

Hatta işyerinde dalga geçenler oldu "emin misin hamile olduğuna?" diye...
Oysa 1,5 aylıkken söylemiştim herkese, "bebiş geliyor" diye...

Herkes çok ilgiliydi. Etrafımdaki herkes.
Aileler tabii ki, arkadaşlarımız - 10 yıldır evli olup çocuk yapmayan neredeyse bir biz kalmıştık Hakan'la ve muhtemelen umudu kesmişlerdi - komşularımız, işyerindekiler...

Herkes seferber oldu kendince.

Bir dolu eşya gelmeye başladı eve, Mina'mıza.
Ana kucağı, 1 yaşından itibaren bineceği bebek arabası, en minik zamanlarında yatak odamızda yanımızda yatabileceği bir beşik, sallanan 2 tane değişik koltuk mu desem puset mi, dönence, alt değiştirme yatağı (isimlerini tam bilemiyorum), 2 tane küvet, bir dolu kıyafet, yatak takımları, nevresimler, vs vs...

Gerçekten kısmetli bir bebek olduğunu düşünüyorum, bize de bereketiyle geliyor...

Ne alem, o şimdi içimde, tüm bunlardan habersiz, ama dışarıda onun gelişine yönelik hummalı bir hazırlık söz konusu...

37. haftaya kadar işe devam ettim ben.

9 Temmuz'da doğum iznine çıktım.

Bebişi her an bekliyoruz.

Herşey yolunda.

Doktor muayenelerimiz son ay, haftada 1'e düştü.

Geçen haftaki muayenede, normal doğum için uygunluğuna bakıldı çatımın. Cengiz Bey çok memnun oldu, "çok rahat normal doğum yaparsın, çatın çok müsait; ilk doğumlarda genelde bu şekilde konuşmayız, ama sende içim rahat" dedi. Rahiim 2 cm açılmış, dolayısı ile bebeğin her an gelebileceğini düşünüyoruz.

Bu haftaki kontrolde de herşey yolunda. Artık 39.haftadayım ve doğum 40. haftada oluyor. Haftaya Pazartesi yinr kontrol var, eğer bebişin gelme belirtisi yoksa, Salı veya Çarşamba akşamı hastaneye yatırıp doğurtacağını söyledi, yine normal doğum için zorlayacaklar.

Kafamda normal doğum olmasını çok istiyorum, kendimi buna motive ettim; olmalı!!!

Bu arada, geçen hafta izne çıktım ya; biraz kafamı boşaltmak, doğum sürecine hazırlanmak için gezip tozayım istedim. Haftaiçi İstanbul çok keyifli oluyor. Alt komşumuz Topel'lerle Anadolu Kavağı'na gittik Beşiktaş'tan vapura binip.

Bir başka gün Suada'da Mezzaluna'da yemekteydik.

Bir başka akşam da -14 Temmuz akşamı- Sinoş'un doğum gününü kutladık, Bebek Baylan'da...Yine komşularımız Topel'ler, Salcı'lar ve sevgili Tidil'cigim vardı.

Güzel ve renkli geçti doğrusu...

Az daha unutuyordum, Serpil'le de buluştuk Rumeli Hisarı'nda bir akşam üstü. Sohbet muhabbet pek güzel oldu.
Boğaz ne hoş...
Ömrümün bir noktasında Boğaz'da oturmayı hayal ediyorum...
Neden olmasın....

Hamilelik sürecimden bahsediyordum özetle.

Mina'nın odası güzel oldu.
Uçuk, pastel pembe duvarlar, ayıcıklı bordür, sade bir lamba,
sade mobilyalar,
çok cici kıyafetler...

Bebek bakıcımız Fatma Hanım, Temmuz'un başında işe başladı.
Birbirmize alışmak açısından iyi oluyor.
Hem de yemekleri süpper,
hamileliğin şu döneminde güzel yemekler yiyorum! Sağlıklı!

Hakan bir an bile ilgisini üzerimden eksik etmiyor,
ani sinirlenmelerime her zamanki gibi çoook toleranslı,
idare ediyor,
canımın içi...
Her ayrıntıyı ince ince düşünüyor prensim.
Çok özel o...
Çok farklı...
Mina ne kadar şanslı olduğunu bilmelisin!!!

Dün çocuk gelişimi ve psikolojisi ile ilgili Haluk Yavuzer'in kitaplarını aldım.
Tidil'ciğim tavsiye etti.
Bir de Leyla Navaro'nun kitaplarını söyledi ama Nezih Kitabevi'nde göremedim.

Başladım okumaya yavaş yavaş...

Hava çok sıcak.
Geceleri uyumak zor.
Hem karnım kocaman, hem içinde bir kütle var, sağa sola rahat dönülmüyor,
klima yok,
sanırım 30 derece civarında yanıyor Istanbul...

Neyse ki 2 gün önce yağmur yağdı burada,
dünden beri de esintili...

Arka balkon süpper oluyor,
şu anda, ayaklarımı uzatmış, püfür püfür esintide yazıyorum...

Mİna epey hareket ediyor.
Bir sağ bir sol çakıyor.
Kafası aşağıya inmiş yani başaşağı durur vaziyette,
gövdesi karnımın sol tarafından dönüyor, ayakları ise sağda...
tekmeleri sağdan yiyorum :)
Cengiz Bey böyle söylüyor...

Tüm doktor randevularına Hakan'la gittik, biri hariç. O gün Nükhet geldi benimle.
Doktor sonrası Nişantaşı'nda turladık biraz, mağazaları gezdik :)
Backhaus'ta birşeyler atıştırdık.
Akşamı buldu eve dönmemiz...
Keyif keyif...

Ama yürümek gerçekten zor!

Kasıklarda sıkı baskı, kalça kemiklerinde ağrı; oturmak kalkmak da pek kolay değil...

Hakan haftada 2 gün tiyatro çalışması için 7'ye kadar ofiste kalıyor. Çarşamba ve Perşembe günleri.
Bugün de Çarşamba.

Sinoş çok heyecanlı.
Mina'ya birşeyler alıp duruyor.ç
İlk kitapları, çorapları, Kaş'ta tat,ldeyken aldığı mermerşahin miniminnacık bluzu,...

Annem de aynı şekilde...
Komşuları da seferber oldu, harıl harıl nevresimler, mermerşahin örtüler, kıyafetler, şık şık askılar, dolabına lavanta; aaaa tabi beni de unutmadı, bize de nevresim takımları - beyaz, bol yastıklı, kuş tüyü yorganlar....Ne diyeyim, tam  bir hazırlık süreci işte...

Bir kaç gün önce hastanedeki odamızın kapısına asmak için bir süs aldık; sade, hoş...

Hakan'ın annesi Çınarcık'ta, doğumu haber vereceğiz gelecek.

Bebişimizin yatağını, dolabını, şifonyerini onlar aldı.

işte böyle gidiyor.

bekliyoruz hanımefendinin gelmesini.

bakalım hangi tarihte teşrif edecek.

Hakan 19 Temmuz istiyor; 1907, Fenerbahçe'nin kuruluşu...

Duydu mu Mina babasını acaba?

Eğer öyle ise doğum yarın olabilir :)


ne heyecan ama...