Bir de diş olayımız var

Geçenlerde Elif'in kızı Defne anaokulunda düşmüş ve ön dişini kırmış.
Bir süre kimseye çaktırmamış.
Neyse sonunda bir şekilde ortaya çıktı ve baktılar ki durum pek parlak değil, çektiler dişi.
Hem de süt dişini!
Çünkü Defne henüz 4 yaşında.
Ama gelin görün ki Defne durumdan memnun.
Sebebi de büyüdüğünü sanması.
Ablaların dişleri dökülüyor ya...

Çocuklar ne alem diye düşündüm.

Dişsiz çok komik görünüyorlar, ama yine de o eksik dişleriyle kocaman gülüyorlar.
Çok da mutlu oluyorlar.

Biz ise herşeyimiz tastamam olsa da "zoncuk zoncuk" geziniyoruz.
Yetinmiyoruz.
Mutlu olmuyoruz.
Gülmüyoruz.

Yalan mı?

Çabalayanlar ve Ense Yapanlar

Bazen yakınımızdakiler için bir şeyler yaparken, çok fazla kendimizden verdiğimizi hissederiz.
Düzeltiyorum, biz hissetmeyiz de, durumu bilen ve bizi gerçekten seven dostlarımız bunu gözlemler ve bizimle paylaşırlar. "Biraz fazla değil mi sence yaptıkların? Neden sadece sen üstleniyorsun?..."
Ve cevabımız hazırdır, "Ne yapayım, ben yapmazsam kimse oralı olmuyor..."

Düşünmek lazım acaba biz o kadar çok herşeyin içerisinde olduğumuz için, diğerleri de nasılsa kontrol bizde diye ellerini eteklerini çekmiş olabilirler mi?
Onlara gerek kalmadığı hissini uyandırıyor olabiliriz.
Yorulsak da bunu göstermiyor olabiliriz.
İnsanoğlu da bencil bir varlık, birilerinin herşeyi sırtlandığı durumlarda, "Yahu sen ne haldesin? Biraz dur da ben taşıyayım..." der mi sizce?

Bir de şu önemli. Biz bir şeyler için çabalıyoruz da, acaba çabaladığımız insan gerçekten o yaptıklarımızı mı istiyor? Yoksa karşımızdaki için bize göre en iyi olan (mükemmel) ortamı ve şartları yaratmak için boş yere mi debeleniyoruz?

Bilir misiniz, bu gibi durumlarda, siz dünyanın en kıymetli işini de çıkarsanız, karşınızdakinin vizyonu, beklentisi, arzusu ne ise sadece ona odaklı olacağı için, sizin sunduğunuz da farklı (daha üstün bile olsa) olacağı için, kimseyi memnun edemezsiniz.

Bunlar da yakın zamanda edindiğim tecrübeler...

Görüyorsunuz düşünmeye devam ediyorum!

Ve ders almaya...Hayat dersi gibisi yok bence...

Ondan bundan...

Bu gidişler iyi değil,
sevildiğini biliyorsun ve bunun tadını çıkarıyorsun,
bazen şımarıyor,
usanıyorsun,
unutuyor ve o zaman bil ki unutuluyorsun.
Uyan,
bak etrafına,
aç kalbini,
dinle,
kendini anla,
iç sesine kulak ver,
dinle diyorum,
sadece sen ol,
bak,
göreceksin,
çok basit.
Her şey burada,
bakmayı bil,
görmeyi bil,
kıymetini bil.
canım...

Bilinmeyenler

Son zamanlarda sorumluluklarım hakkında düşünüyorum.
Yaptıklarım, yapmadıklarım,
Yapabileceklerim,
ertelediklerim,
üşendiklerim,
sevdiklerim,
istediklerim,
hayallerim,
gerçeklerim,
ben,
Hakan,
ailem,
ben,
herşey,
ve hiçbir şey,
belki bir şey,
kesin,
siyah,
beyaz,
gri,
kaçmak,
kalmak,
kabullenmek,
reddetmek,
direnmek,
yaşamak...

Nazım'ın dediği gibi

YAŞAMAK BİR AĞAÇ GİBİ TEK VE HÜR VE BİR ORMAN GİBİ KARDEŞÇESİNE...

Sinoş'un doğum günü!!!

Bugün Sinoş'un doğum günü!
Akşam ofisten arkadaşları ile Sultanahmet'te Ramada'nın terasında bir kutlama olacak.
Ben Hakkuş'la ikimizin kursu olduğunu söyledim, bu yüzden saat 9'dan sonra katılabileceğimizi...
Ama tabii ki kursları erteledik ve gidiyoruz birazdan!
Yine de hedeflediğim gibi ondan önce orada olamayacağız sanırım çünkü Hakn işten ancak gelebildi ve saat şimdiden 19:36 :(
Neyse, gidelim de...
Bu arada hediyemiz mp3 player olacaktı ama onu da ayarlamakta geciktiğimiz için, bu akşam veremeyeceğiz.
Ben şu sıralar onun çılgınca çalışyor olmasını göz önüne alıp "yoğun mimar hanımefendiye bir adet defter (kapağında çok hoş şeyler yazıyor), bir kalem ama öyle sıradan değil, üzerinde post-it'i var, bu da yetmedi çingene pembesi bir post-it (bunun kenarında da kocaman dudaklar var - not yazdıkça öpücük konacak yanaklarına!!!), bir de üzerinde "canım kardeşim" yazan mum aldım!!! Yaktıkça hatırlar, Sezen Aksu'nun dediği gibi beni yakar, kendini yakar, herşeyi yakar artık!!!
Hakan duşunu alırken ben de çabucacık yazıverdim işte...

Bugün Nilay'la Historia'da buluşup uzun uzun sohbet ettik. Benden 4 yıl ileride giden bir arkadaşım olarak, çok akıllı tavsiyeler verdi.
Son zamanlarda tüm yakın arkadaşlarımdan aynı şeyleri duyuyorum neredeyse, "Yakın olduğumuz için biraz sert ve direkt konuşuyorum ama..."
Oysa benim bu gerçekçi görüşlere çok ihtiyacım var!
Beni anlıyorlar, biliyorlar, tanıyorlar, bu yüzden yorumları cuk oturuyor.

Hayatımda oldukları için çok şanslıyım!

:)

Alaçatı'dan devam...

Ziyad kite sörfü yapmak istedi. Malzemelerini getirmiş yanında.
Hemen atladık gittik, kiteçıların olduğu yere.
Rüzgar sağlam esmekteydi.
Başladı bizimki uçmaya.
Harika bir his olsa gerek.
Dalgalara doğru son sürat gidiyor ve havalanıyorsun.
Bir kaç saniye havada gidip iniyorsun tekrar denize ve slaloma devam!
Şu rüzgar sörfünü biraz daha kıvırayım, kite muhakkak denenecek!!!
Uçma hayalimi bu şekilde tatmin edebilirim bir ölçüde :)

Sonrasında klasik yerimize, sörf kumsalına döndük.
Bir şeyler atıştırıp milleti seyrettik; jibe, duck jibe, freestylecılar, slalomcular...

Bu arada Sinoş'la bizim evin planlarına baktık. Nasıl olsun, alternatifler, vs biraz konuştuk ama Sinoş çok da istekli görünmüyordu doğrusu, ben de zorlamadım. Kıza tatilde iş yaptırmak gibi...

Zaten Gürcan'la günlerdir bir kaç değişik plan üzerinde kafa patlatmıştık.
Ben somut ev örnekleri gezmeden, öyle çizimler üzerinden pek bir şey anlamıyorum. Gürcan'a gittiğimizde bize kendi kullandığı programlarla 3D birşeyler çizip göstermişti, bu şekilde biraz daha anlaşılır oldu benim için, ancak içine girip gezmek gibi olmuyor.

Bu yüzden aslında bir yer yaptırmak hiç bana göre işler değil. Ben gördüğümü, bitmişini almalıyım.

Şu anki durumumuzda böyle bir şansımız yok tabii. Elimizde bir arsa var.

Diğer taraftan bakınca, tamamen sana özel, senin tasarlayabileceğin boş bir alan işte.

Yine de bana uymuyorrrrr çünkü diyorum ya, hayal edemiyorum. Boyutları algılayamıyorum, ışığı kestiremiyorum, hissi yakalayamıyorum!

Neyse, şu ana kadar bu konuda hiç gerilmedim, bundan sonra da mümkünse bilinmezler karşısında kasılmadan ve şu işin tadını çıkara çıkara ilerlemek istiyorum. Kendimi sınamak için güzel bir fırsat, bakalım becerebilecek miyim?

Alaçatı'ya dönecek olursak, her zamanki gibi on numara bir tatil oldu.

Hakan sörfün azizliğine uğrayıp kulak zarını delince, sulardan bir süre ayrı kalmak zorunda olduğundan bir gün Ovacık taraflarına gittik. Çeşme Bağları'nı gezdik. Kulesine çıkıp 360 dereceden Ovacık manzarasına baktık. İşletme Müdürü Ekrem Bey'le sohbet ettik. Şarap yapım prosesini dinledik. Şarap, zeytinyağı ve üzüm çekirdiği aldık oradan.

Sonra Ser-Tur diye bir siteye dalıp sahiline indik. El değimemiş bir kumsal, turkuvaz bir deniz, üç beş ailenin olduğu sakin, huzurlu, dalgaların sesiyle tam anlamıyla terapi cennetine dönüşmüş bir ortam...
Yüzdüm, yüzdüm, yüzdüm...
Özgürlük...

Madem Alaçatı diyor başka bir şey demiyorum, alın size bir kaç tüyo:

Bir akşam muhakkak Agrilia'da yemek,
Bir sabah Rüzgaraltı'nda kahvaltı,
Bir akşam muhakkak Barbun'da yemek,
Yemek sonrası Köşe Kahve'de keyif (bitki çayı, kahve çeşitleri, sakızlı kurabiyeler),
Bir akşam muhakkak Şifne'de Ada Balık Fethi'nin Yeri'nde yemek,
Seviyorsanız her akşam İmren'de sakızlı muhallebi,
Her Allah'ın günü, Sörf! Çark'ta, Lanila'da, veya arkadaki diğer kafelerde atıştırmaca,
Sahilde gezen Şakir'den midye dolma, her daim,
...
Konaklamak için ille de Moy Otel!
...
Hakan'la ikimiz için Alaçatı'nın sembolü haline gelmiş, deri bileklikler için Artura Gallery! Uğur Çalışkan'a uğramalısınız! Meşhur caddemizin üzerinde, Taş Otele doğru inerken sağda göreceksiniz! Aman diyorum taklitlerinden sakının!
...
Aklıma geldikçe ekleyeceğim, keşfettikçe de...
...

Alaçatı dönüşü her zamanki gibi buruk oldu

Bir Alaçatı haftasının daha sonuna geldik.
Dün akşam döndük güzel evimizden. Ev eşittir Alaçatı!
Her dönüş gibi sancılı oldu benim için.
Seviyorum havasını, suyunu, taşını, toprağını :)

Dün Sinoş bana sürpriz yapıp geldi oraya.
Sabah bir baktım, "Neredesiniz, biz Alaçatı'dayız!" diyor.
Katar'dan Hollandalı arkadaşı Ziyad'la gelmişler. Daha doğrusu uğramışlar, Kuşadası'na, Ziyad'ın ailesininn yanına giderken.

devamı birazdan...

:)

En güzeli doğalı!

Bugün, insanın en güzel halinin doğal hali olduğunu düşündüm, kendi hali.
Günümüzde hemen herşey naturellikten bu kadar uzakken, bizlerse hep bize dayatılanlarla ve sunulanlarla yaşarken, kendimiz olmanın nasıl bir şey olduğunu unutmuşken "sadece olmak"...
yakınlarımda kendileri olanlar olduğunda yakalıyorum bu hissi.
Daha önce Kazdağları'nda Suna ile tanıştığımda hissetmiştim. Erguvanlı Ev'in Suna'sı.
Dün ve önceki akşam da Agrilia'da oturmuş Sevtap'la konuştuğumda...
Doğallık gibisi yok.
En hafif olduğumuz zaman da tamamen kendimiz olabildiğimiz zaman bence.
Deneyin ve görün.
Bunun için çevrenizdekilerin de sizin gibi olmaları gerekiyor, olabildiğince kendileri demek istiyorum...

Alaça, Alaçat, Alaçatı

Alaçatı, rüzgar, deniz, sörf...
Alaçatı'da Moy Otel'de tam bizlik bir oda, çok rahat bir yatak, kar beyazı çarşaflar, kocaman yastıklar, bir türlü sörfü bırakıp yetişemediğimiz 5 çayları, Agrilia'da akşam yemekleri, uzun sohbetler, sohbetler, sohbetler, gülüşmeler, kakarakikiler...
Samimi sabah kahvaltıları, sonrasında sörf, sörf yine sörf!
Ve sohbetler,
Ve biz,
Hakan ve ben,
Günbatımı,
Midye dolma,
Taze badem ve ceviz,
Alaçatı,
Rüzgar,
ve aşk!
Seviyorum!

Ananişim, Tuana, Alaçatı, Ananişim

Sana söz yine baharlar gelecek
Sana söz ışık sönmeyecek
Ölüm yok ki Tuana uyan
Şimdi yaşanacak!
...
diye söylüyordu Levent Yüksel Tuana şarkısını...
Ve ben de ananişime söylerdim bunu,
bağıra bağıra,
sanki yanık bir İspanyol gırtlağıyla söylermişcesine...

Bugün ananişim şan derslerimin nasıl gittiğini sordu,
sonra "Tuana'yı söylüyor musun yine Eylem?" diye devam etti,
ben de sesimin bir süredir paslanmış olduğunu söyledim ona,çünkü biliyorum ki Tuana'nın şu yukarıdaki sözlerini söylerken boğazım düğümlenecek ve ağlayacaktım...O da ısrar etmedi zaten, ama biraz zaman geçtikten sonra "Acaba bir şarkı söylemek ister misin?" diye sordu.
Ben de "I Could Have Danced All Night"ı söyledim ona.
Şan derslerinde öğrendiğim bir parçaydı.
Sözleri de öyle içimi acıtan cinsten değil.
Üstelik ananişimin de içini acıtacak, onu hüzünlendirecek bir parça değil.
Bu yüzden onu söyledim.
Kilise korolarının parçalarına benzetti.
Ne beğendi, ne de beğenmedi.
Ama biliyorum ki hakkını vererek Tuana'yı söylesem severdi.
Çok severdi.
Ama efkarlanırdı da.
Bir de bugün Erkin Koray'ın "Öyle Bir Geçer Zaman Ki" parçasını ne çok sevdiğini söyledi.
Ben de onu biraz bu acıklı temalardan uzaklaştırmak umuduyla, "annem de "Çöpçüler'i" sever ananişim" dedim, "Körolası çöpçüler, aşkımı süpürmüşler"...
Am o yineledi, "Yok yok, ben Öyle Bir Geçer Zaman Ki'yi severim..."
Ben de öyle canım ananişim, ben de öyle ama şimdi zamanı konuşmak niye?
Bırak geçsin zaman.
Ve biz mutluluğumuza bakalım.
Sen varsın ya,
Ne güzel işte,
Bak ameliyatın da iyi geçti,
belki bir kaç ay sonra yeniden yürüyeceksin,
tamam istediğin kadar iyi olmayacak belki yürüyüşün,
merdiven de çıkamayacaksın,
ya da zorlanacaksın,
ama hayatta olacaksın ananişim,
bizimle konuşacaksın,
anlatacaklarımız var birbirimize,
ne dersin?
bakalım Alaçatı'daki evimiz nasıl olacak,
sana planlarını göstereceğim,
senin odan aşağıda ananişim,
böylece merdiven çıkmak zorunda kalmayacaksın,
verandada oturacağız biliyor musun?
limonata seversin sen,
akşamüstleri içeriz, ev yapımı,
bir de oranın meşhur sakızlı muhallebisi var,
sana tattıracağım,
a, sakızlı dondurmayı da unutmayalım,
onu da seversin!
ve midye dolması tabii ki,
sen yeterince temizlenmediğini düşünüp huysuzlup edeceksin önce,
ama ben sana onu evinde yapan pırıl pırıl hanım teyzeyi göstereceğim,
tadına bakacak ve seveceksin eminim,
belki baharatına biraz yorum yaparsın,
ne de olsa seni ilk vuruşta mutlu etmek pek kolay değildir :)
sen yaşa da,
huysuzluğun olsun tek derdimiz,
hep yanımızda ol canım benim,
zaten eski topraklar dayanıklı olur,
sen de sapasağlamsın evvelallah,
hatta Kafkas kanı var ya,
sırtın yere gelmez ananişim!
daha konuşacak çok şey var.
seni çok seviyorum!