İnsanlara adanan hayatlar - 32 yaşında bir doktor

Kimse bana Türkiye'de sağlık reformundan söz etmesin.
Kimse bana "adamlar geldiler, herkes hastanelerde tedavi oluyor artık" demesin.
Doktorlarımız ölüyor arkadaşlar, doktorlarımız can çekişiyor!

Arkadaşımın ablası.
32 yaşında.
Acil doktoru.
Bir devlet hastanesinde çalışıyor.
Üst üste nöbetler, hiç boşluk bırakmadan yağan hastalar, imkansızlıklar içinde yerine getirilmeye çalışılan sorumluluklar...
tüketiyor, üzüyor, hele o çocuk hastalar yok mu? Kahrediyor...
Kaybettiği her hasta ile ömründen ömr gidiyor...

Öyle bir noktaya geliyor ki, kaldıramıyor ama yılmıyor...
Devam...
Hizmete devam, iyileştirmeye devam...

Çok başarılı, hastanede parmakla gösteriliyor, insanlar taa nerelerden geliyorlar, "onun çocuğumu iyi etti, benimkine de yardım et" diyerek.
Hepsine kucak açıyor, hepsine koşuyor.

Öyle yoğun ki gelen popülasyon, bir yandan, "benim hastama bakacaksın!" diye boğazına sarılanlar, bir yandan sessizce bekleyip medet umanlar... Hepsine yetişmeye çalışıyor.
Bitiyor, tükeniyor...
Ama durmak yok, pes etmek yok, devam!

Bu halini görenler ona Ankara'da masa başı işi öneriyorlar.
Kabul etmiyor.
Adamış, adanmış,
Yemin etmiş insanlara hizmet etmeye...

Sonra bir gece olan oluyor...
Çok yorgun, hali yok ama nöbette.

Arkadaşına çok yorgun olduğunu söylüyor.
Serum taktırıp kendine gelmeye çalışacağını...
Uzanıyor, serum kolunda,
biraz dinlenmeye çalışıyor...

...

Arkadaşı on dakika sonra nasıl olduğunu görmek için geri geldiğinde,
bir debakıyor ki,
nefes almıyor...
...

Nefes almıyor, on dakika geçmiş...

...

Neeeefeees...

...

2 hafta geçti aradan.
Hala orada yatıyor.
Sadece nefes alabilir hale geldi,
Beyinde hasar büyük,
çok büyük...
Durumu iyi değil...
Ailesi perişan...

Hayali Somali'ye gidip oradaki çocuklara hizmet etmekti.
Eylül'de...

Hayali, insanlar için çalışmaya devam etmekti...

...
















Hakan'ın rüyası...


Hakkuşum dün gece rüyasında annesiyle babasını görmüş.
Bir arabadalarmış.
Sanki hayatta gibilermiş.
Hakan konuşmuş onlarla.
Babası keyifli görünüyormuş, annesi mahsunmuş biraz.
Sonra "haydi hoşça kal" deyip gitmişler.
Hakan arkalarından epey koşmuş.
Onları sevdiğini söylemek için...
Koşmuş, koşmuş,
sonra babası bir anda U dönüş yapmış.
Hatta arkasındaki kamyon şoförü "buradan dönülür mü!?" diye çıkışmış.
Eliyle işaret etmiş babası, "git yoluna" der gibi;
Hakan da "Kusura bakma usta..." gibi bir şeyler söylemiş şoföre.
"Eee, söyleyebildin mi onları sevdiğini?" diye sordum.
"Söyleyemedim, kamyon falan araya girince kaynadı..." dedi.
...
Yanaklarımdan aşağı süzüldü yaşlar minik minik...
...
Onlar hayattayken daha mı çok söylesek sevdiğimizi?
Hayattayken kıymet bilsek...
...
Canım kocam, bir tanem,
sabır diliyorum sana; kolay değil yaşadıkların...
sana daha çok destek olabilsem...

seni seviyorum...!!!

İçimizdeki Gücü Uyandırma Yolculuğu...



Bazen mutluluktan havalara uçacak gibi olurum, sebepsiz olduğu zamanlar vardır bu halimin.
O sabahlar içimdeki sonsuz yaşam ateşi ile uyanırım; kanım kaynar, kabıma sığamam, güzelliklerle dolup dolup taşacakmışım gibi gelir... "Taşsam da herkese bulaşsa" derim, gerçekten dilerim bunu!
İşte o hali, sanki bir frekans olarak düşünsek de hep o frekansta kalsak diye geçer aklımdan.
Olur mu olur. Neden olmasın?

Biz kadınlar buluşunca, YenidenBizce konuşmaya başlayınca, bu enerji doluyor ortama. Hepimizi sarıyor, sarmalıyor, yüreklerimizi ısıtıyor ve çoğalıp yayılıyor...

Sevgili Elyan, Sevgili Füsun, iyiliğe, saflığa ve güzelliğe giden bir hayat yolunun dönüm noktalarındaki şapeller gibisiniz. Işık saçıyorsunuz, huzur veriyorsunuz; yalnız olmadığımızı hatırlatıyor, sevgiyle kucaklıyorsunuz.

sevgiyle kalın,
Eylem   

Çocuklu bir annenin sıradan bir sabahı

28 Ekim 2014, Salı

Sabah 06:55:te Mina'nın "baba" diye seslenmesiyle uyandık, her zamanki gibi.
Uyandığında ya bana ya babasına seslenir.
Karyolasından uzanıp odasının lambasını yakar.
Bu sabah da öyle oldu.
Ben de ok gibi fırlayıp Mina'nın yanına ışınlandım.
Onu yatağından aldım, odasındaki şifonyerin üzerinde oynamak istedi biraz (evet üzerinde oynuyor, çünkü oradaki rafta bir kaç parça oyuncak var, onları alma bahanesiyle orada, yerden yüksekte olmayı seviyor)
Oradaki oyunu bittikten sonra iphone'u istedi hemen - bu da her zaman oluyor ve ben gerçekten bu derece telefon ve oradaki medya ile bu kadar yakın bağı olduğu için çok zorlanıyorum, ona vermek istemiyorum telefonu, her seferinde olay çıkıyor...
Vermemek için türlü oyunlar yaratmam gerekiyor, bu da yoruyor beni. Her seferinde yeni bir oyun...

O sırada kahvaltımız hazırlandı.
Gittik mutfağa, Mina'ya dünkü sanat terapisi sırasında yaptığım çalışmada kullandığım materyallerden verdim; rengarenk kuş tüyleri, hamurlar, ve kendi oyuncakları ile oynamaya başladı.
O sırada çok güzel bir şekilde kahvaltısını yaptı.
Benden telefonumu istedi, Play doh izlemek için. Ben de güzel bir kahvaltı yapmış olduğu için ona izin verdim.
Okula gitmek için hazırlanmaya başladık bir yandan.
Evimizin kapısındayken Mina bisikletine saldırdı, binmek istediğini söyleyerek.
Bense onu bir an önce okula götürmek istediğim için, bisikletinden koparıp asansöre bindirdim zorla.
Kendini yere atıp ağlamaya başladı.
Asansörden inene kadar mücadele.
Arabaya yürüyene kadar mücadele.
Sabrım taşmaya başladı.
O sırada, Mina'nın giyim çantasını unuttuğumu fark ettim.
...
Bu sıralar mücadele devam ediyor.
...
Mina'yı araba koltuğuna oturtmak için kucağıma alıyorum, nasıl direniyor, nasıl yay gibi oluyor anlatamam.
Bu arada, babamız taaa 9. kattan aşağı bakıyor, tepeden bizi izliyor.
Mina, "babaaaaa babamı istiyorum!!!" diye bağırıyor!
...
Mina'yı bir türlü koltuğuna oturtamadım,
ben de bağırmaya başladım,
Hakan'a sesleniyorum "İn aşağı seni istiyor!"
O bana işaret parmağını sallıyor, ve pencereden ayrılıyor,
gelecek aşağıya...

Gerginlik tırmandı!

O sırada Zevi, elinde Mina'nın çantasıyla otoparka geldi,
Ben Mina'yı ona bıraktım,
ve "kaç kaç kaççççç", oradan jet hızıyla uzaklaştım...

Kendimi Şaşkınbakkal'daki Cafe Nero'ya attım, "ohhh, içeride klasik müzik çalıyor ve ben yazıyorum"

Cep telefonumu kapattım.

Kimsenin bana ulaşmasını istemiyorum.

Herkes başının çaresine bakabilir.

Hakan da Mina'ya sahip çıkabilir.

Ohhh, biraz nefes aldım.

Rahatladım.

Şimdi bir kahve :)

(hala nefesim düzene girmedi)

 

ATATÜRK'ü Okuyan ve Anlamaya Çalışan Sevgili Babam İçin

40 yaşındayım.
Sanırım babamı anlamaya başladım.
Onca yıl ona büyük bir öfke duymuştum.
"Her şeye karşı" (protest diyebilirim sanırım) olan tavrından ve tutumundan bıkmıştım.
Bunu her ortamda ortaya koymasından ve anlamayanlar için üstüne basa basa dile getirmesinden usanmıştım.
İtiraf etmeliyim, onun bu duruşundan dolayı ondan utanmaya başlamıştım.
Neden benim de "sıradan/ düz bir babam olamıyor sanki" diye düşünüyordum.

O hep "ben düzene karşıyım, kimsenin uşağı olmadım, olmam; üç kuruşa tamah etmem" der dururdu. Hala da söyler.
Ben onu tanıdım tanıyalı böyle, hiç değişmedi. 

İsmimden nefret ettiğim zamanlar oldu.
EYLEM.
Bir çok kez sorulara maruz kaldım:
"baban 68 kuşağından mı?"
"eski tüfeklerden mi?"
"döndü mü o da şimdilerde?" (küçükken nereye dönmekten bahsettiklerini bilemediğimden gülümsüyordum sadece soru işaretiyle bakan gözlerimle)

bu sorulardan bezdiğim zamanlar oldu.

Dönme meselesinin varlıklı olmakla bağlantısını çözdükten sonra, "Evet döndü, hem de şahane döndü; artık bir sürü evimiz, arabamız, yatımız, katımız, bankada bir dolu paramız var" diyebilmek istedim.

Okuldan gönderdikleri forma, "Babanızın mesleği" kısmına neden "İŞÇİ" yazdığını bir türlü anlayamadım,
"o makine mühendisi aslında" diye açıklamak zorunda hissettim hep...

Sanki acizdik
ve 
babam aciz olduğumuzu haykırmak istiyordu :)
Çocukça belki ama böyle düşünüyordum...

Babamın neden hayali ihracat yapmadığına, neden hırsızlık yapmadığına, neden patronlarının yalakası, uşağı olmadığına, bağladığı işlerden neden kendine düşen payı almadığına bir türlü anlam veremiyordum. Etrafımda bunları yaparak yaşayan aileler güller gibi geçinip giderken biz hep geçim derdiyle mücadele ediyorduk.
Benim özel okulda okuyabilmem için, burs almam gerekmişti. Burs almak için de çok çalışmam... Canım çıktı çalışmaktan, alnımın teriyle aldım burslarımı; üniversitede okurken başladım bir yandan harçlığımı kazanmaya. Ama hep mücadele, hep mücadele... Neden diye sorup durdum kendime sürekli.

Babamsa hep "Atatürk'ten, Marks'tan, Nietzche'den, Seneca'dan..." bahsetti. Boy boy kitaplarını koydu önüme.

"Emek, hak, eşitlik..." dedi.

"İlhan Selçuk, Atilla İlhan, Server Tanilli, Uğur Mumcu; Deniz Gezmiş, Che Guevera, Castro..." dedi.

Bir dolu hikayeler anlattı, çoğunda gözleri dolarak. Çoğunda ağlayarak.

Ben onu anlayamadım. Anlamayı reddettim.

Hayat akıp geçiyor.
Geçen zaman içerisinde ben babam gibi birini görmedim. 
Sözünü dolandırmayan,
Kimseye hoş görünmeye çalışmayan,
Ne ise o olan,
Dürüst,
Samimi, 
Hakikati savunan,
Hiç bir şeyden korkusu olmayan,
Aç kalma pahasına ideallerinden vazgeçmeyen,
Doğru bildiğini sonuna kadar savunan,
Taraf olan,
ve hangi tarafta olduğunu HAYKIRAN!
Ben babam gibi birini görmedim.

...

ve bugün 40 yaşında, 
Geldiğim noktada,
Yaşadıklarım ve gördüklerim,
Babamdan her zaman duyduğum ve duymaya devam ettiğim kavramlar
Artık bir şeyler ifade ediyor.

Ne demek istediğini anlıyorum babacığım.
Seninle gurur duyuyorum.
Babam olduğun için çok mutluyum.

Ve biliyorum ki,,
Senin gibileri var olduğu müddetçe
Başka bir Türkiye mümkün!
Atatürk'ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti,
Atatürk'ün çizdiği yolda ilerlemeye devam edecek.

Seni seviyorum babacığım.

Ben EYLEM YALIN.
Akif YALIN'ın kızı olmaktan gurur duyuyorum.

Yazım, değerli Işıl Özgentürk kanalı ile 28 Eylül 2014 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'nde, Işıl Hanım'ın köşesinde yayınlandı.

Koçluk görüşmelerimizden kısa kısa...

...Düşünce gücü ile daha neler neler yapılabileceğini hayal bile edemeyeceğimizi düşünmeye başladım... Eylem Yalın

Bu, koçluk görüşmelerime ilişkin ilk notum.
Notumu paylaşmaktaki amacım, sürecin faydasına inanmam, bilfiil tecrübe etmiş olmam ve ihtiyaç duyan herkesin yaşamasını tavsiye etmek istemem.

Ben çok yakın bir zamanda, yaklaşık 1 ay önce tanıştım "koçluk" yaklaşımıyla.

Kendimle ilgili düşünmeye ve çalışmaya başlayalı ise 10 sene oldu.

Kendimle ilgili çalışmaktan kastım, hayattaki beklentilerimi, yaşam standartlarımı, mutluluk, mutsuzluk faktörlerimi, ilişkilerimi gözden geçirmek; ve iç sesimin çığırdığı şu sorulara bir kulak vermek:
"Koşuyorum ama nereye koşuyorum? Başarılıyım evet ama nedir bu tatminsizlik hissi? Ya içimdeki tarifsiz boşluk?..."

Baktım ki bu sorulara net cevaplar bulamıyorum, anladım ki konu manevi. Derinlerde bir yerlerde demek istiyorum.

Ben de karar verdim derinlere inmeye.

Söylemesi kolay, düşünmesi de öyle ama yapması epey çaba istiyor.

İlginçtir ki hiç gocunmuyor insan çaba sarf etmekten çünkü her ufak adım bir ferahlık getiriyor. Her ferahlık, biraz daha berraklık. Berraklık umut, umut da devam etme azmi ve motivasyonu...

Bundan sonrasını kopya çekeceğim.

Koçluk görüşmelerime ilişkin sorular sormuştu arkadaşım Füsun, bizim Yeniden Biz (YBiz) derneğinin kıymetli destekçilerinden olur kendileri.

Bu koçluk programına da YBiz kanalı ile dahil oldum.

İşte sorularına verdiğim yanıtlar:

1-Koçunuz: Bahar Zengingönül
2-Görüşme Sayınız: 3
3-Koçluk görüşmelerinden beklentiniz ne? Niyetiniz ne?

Kendimi anlamak, duygu ve düşüncelerimi yorumlayabilmek, çevremi anlayabilmek,  farkındalığımı artırmak, hayattan daha fazla doyum alabilmek için algı mekanizmalarımı akord etmek; içsel yolculuğumla birlikte kızıma sağlıklı bir anne, eşime anlayışlı bir hayat arkadaşı ve çevreme yararlı bir birey olabilmek.

3-Koçluk görüşmelerinizin şu ana kadar size nasıl bir faydası oldu?
Müthiş bir faydası oldu.
Yukarıda tarif ettiğim beklentilerimle ilgili kapılar açıldı zihnimde, ilk görüşmemizden itibaren. Hayatımın akışına uyarlamaya başladığımı fark ettim koçumla konuştuklarımız sonucunda içimi kaplayan enerjinin getirdiklerini.

Burada, koçluk görüşmelerim sırasında yaşadığım süreci paylaşmam gerektiğine inanıyorum çünkü bir çok kişinin ihtiyaç duyduğunu biliyorum bu tarz bir desteğe.  Sadece kimileri farkında ama bu konuda hiç bir girişimde bulunmuyor, adeta bir mucize ya da sihirli değnek bekliyor; kimileri ise nereden başlayacaklarını bilemiyorlar.

Benim sürecimde, kafamda koçumla konuşmak istediğim çok şey vardı ancak spesifik hale getiremiyordum. Başlangıç görüşmemde durumu açıklıkla ifade ettim ve 'ben size biraz kendimi anlatayım, sonra birlikte bir rota çizelim' dedim. Koçum beni dinledikten sonra, çalışmaya değerlerimden başlamayı önerdi. Yazdık, çizdik ve elimde üzerinde değerlerimin yazdığı bir şema ile, hayatımda benim için değer arz eden başlıklardaki durumumu gördüm.

Bir sonraki görüşmede hayattaki rollerimi konuştuk: anne, eş, abla, çocuk, danışman, vb. Fark ettim ki, rollerimden bahsederken 'Eylem'i tamamen unutmuşum. Üzerinde çalıştık. Devam edeceğiz...

Daha sonraki buluşma öncesinde bir kişilik envanteri çalışması yaptık ve buluştuğumuzda, bu çalışmanın ürünü olarak çıkan raporumun üzerinden geçtik. Raporda, mevcut durumda belirli konu başlıklarında ne vaziyette olduğum kadar, tercih edebileceğim/ keyifle yapacağım işler de sıralanmıştı. Çok yerinde bir çalışmaydı.

Tüm bunların yanısıra öyle çok paylaşım oldu ki koçumla aramızda; örnekler hem kızımla iletişim, hem eşimle iletişim, hem de kariyerimle ilgili kararlar boyutunda ne kadar iyi şeyler yapabileceğime olan güvenimi, inancımı ve motivasyonumu artırdı.

4-Koçluk görüşmelerinizde size faydası olmadığını düşündüğünüz hususlar oldu mu? Oldu ise örneklendirebilir misiniz?  

Benim olmadı. Bilakis hiç aklımda olmayan kazanımlarım da oldu. Örneğin, içimi acıtan bir hadise vardı, ortaokul yıllarıma uzanan... Bir ara koçuma bunu anlatırken buldum kendimi. Bu gibi tatsız hatıraları silme tekniğini denedik; işe yaradı! Evet, gerçekten yaradı. Üstelik mucize olmadı. Düşünce gücü ile gerçekleşti bu başarı...

Düşünce gücü ile daha neler neler yapılabileceğini hayal bile edemeyeceğimizi düşünmeye başladım.

5-Şu ana kadar yaptığınız görüşmelerle, koçluk programını tavsiye eder misiniz? Edecek olsanız nasıl bir tavsiyeniz olur?

Kesinlikle evet! Hayatı doyasıya yaşamak istiyorsak, küçücük şeylerle mutlu olmayı öğrenmeliyiz. Nietzsche de  bunu söylemiş zamanında. Bunu yapabilmek için de çalışmaya kendimizden başlayıp beynimizi, kalbimizi, ruhumuzu masaya yatırmalı ve cesurca yüzleşmeliyiz korkularımzla, engellerimizle, kısıtlarımızla, eksikliklerimizle. Ardından zaman kaybetmeden kafayı kaldırmalı ve ileriye bakmalıyız...

Tayfun, Uğur ve Hakan’ın Canı; Kaan, Naz ve Mina’nın Biricik Babaannesi…

ANNEMİZE…

Gittiğine inanamıyorum.
Bir şekilde kabul edemiyorum, aklım almıyor.
Bu kadar ani olmamalıydı.
Mina'nın babaannesiyle geçireceği uzun yıllar olacaktı.
Sen ona babaanne kurabiyeleri, ev reçelleri, poğaçalar yapacaktın yine.
Mina'ya akıl verecektin.
Şımartacaktın onu.
'Kurban olsun babaannesi ona' diyecektin.
...
Dönecektin yazlıktan.
Sana gelecektik ma-aile; oğulların, gelinlerin, torunların.
Yemekler yapacaktın bize.
Mutfak masasının etrafında oturacaktık.
Sevgili oğulların ve torunların için köfte, patates olacaktı mutlaka. 
Pilav, yaprak sarması, Maraş usulü kuru patlıcan, biber dolması.
Ben seviyorum diye kısır da olurdu mutlaka, sumak ekşili.
Sarımsaklı, yoğurtlu bir şeyler de tabii ki.
Ekşili çorba, bulgur köftesi, içli köfte...
Ve hiç kimsenin bir türlü senin gibi yapamadığı kıvırcık salata; yağı, limonu tam kıvamında...

Hepimiz önce şöyle bir bakacaktık, bir kuş sütü eksik sofraya;
Hele bir böyle söylemeye kalkalım, "bulur koyardın kuşun sütünü de tam ortaya"
Sonra nereden başlayacağımızı bilemeden yumulup yemeklere,
Ağızlarımızı şapırdata şapırdata, "ımmmm, nefis nefis"sesleri,
"Ellerine sağlık annem",
"Şu dolmayı da kimse senin gibi yapamaz",
"Ben bu yapraklara hastayım",
"Kısır muhteşem olmuş, tam istediğim gibi, ne de özlemişim",
"Ellerine sağlık anneciğim, hangi aralık yaptın bütün bunları?"
Hakan hemen atılıp "9 Aralık" diyecek,
Tayfun'da bir dolu hikayeler, sanırsın hiç sonu gelmeyecek,
Uğur yine sessiz, kendi halinde, kıs kıs gülecek,
Sen "Aman bunu yapmakta ne var, siz isteyin ben hep yaparım yavrucuğum" derken sen,
Yüzünde koskoca bir mutluluk belirecek...
"Evlatlarım için herşeyi yaparım" diyeceksin ve her zaman söylediğin gibi tekrar edeceksin "Eylem bak, kolunu ver deseler hiç düşünmem veririm yeter ki evlatlarım mutlu olsun" diyeceksin...
ve devam edeceksin: "Hep böyle bağlı kalın birbirinize, sakın ola ayrılmayın..."

Herkes sıkıntılarını, takıntılarını dökecek ortaya,
"Aman, hayat kısa, değmez üzülmeye, neyiniz eksik yavrum, şükredin, şükredin Allah'ın gücün e gider" diyeceksin,

O arada yemek faslı bitecek,
Oğlanlar "Annem çayın var mı?" diyecek;
Sen hazırlıklısın, koymuşsun onu da demlenmiş bile,
Her şey tam da olması gerektiği zamanda, her zamanki gibi,
Ve sen de kendinden emin,
10 numara bir anne, 10 numara bir ev hanımı olarak,
"Hazır yavrum hazır, siz geçin salona ben getiririm çayınızı" diye cevap vereceksin.

Oğlanlar salona geçecek, pencerenin önündeki yerlerini alacak,
Sen çayları koyacaksın,
Yanına da unutmamışsın tabii ki,
Tabii ki canım, unutur musun hiç,
Almışsın çayla yenilecek bir dolu kurabiye, bisküvi, galeta,
ve kuruyemiş,
Çaylarını vereceksin...

Onlar kardeş kardeş muhabbet ederken,
gelinlerle mutfakta türk kahvesi içeceksin,
sigaranla...

Nasihat edeceksin, "Kocalarınızın kıymetini bilin, evlerine bağlılar, içkileri yok, kumarları yok, bir dediğinizi iki etmiyorlar, kıymet bilin yavrum; üzmeyin birbirinizi... Siz mutluysanız, benden mutlusu yok. İnanır mısın Eylem, kapıdan içeri girdiğinizde yüzlerinize bakıyorum hemen, canınız sıkkın m, iyi misiniz, herşey yolunda mı diye; sorun yoksa tamam, benden mutlusu yok; ama üzgünseniz, o gece uyku yok bana. Siz iyi olana kadar huzur yok..."

Sonra, daha önce defalarca dinlediğimiz hikayeleri sanki ilk defa anlatıyormuş gibi anlatacaksın,
biz de sanki ilk defa dinliyormuş gibi dinleyeceğiz;

Çınarcık'tan döndün ya, yazın komşularda illa olmuştur bir kaç vukuat,
onlardan bahsedeceksin...

Ayakların seni mahvediyor, dizlerin çok fena, nasıl şişti bacakların bak,
geceleri uyuyamıyorsun, sabahı sabah ediyorsun,
saçını taramak gelmedi içinden bugün, geceliğini biz gelmeden önce çıkardın üstünden...
anlatacaksın...

Ya da Füsun'la Bostancı'ya gittiniz, çay bahçesinde oturdunuz, ah nasıl iyi geldi...
anlatacaksın...

veya Tayfun bugün seni ve Aysel ablayı alıp balık yemeye götürdü...
Hilton Oteli'nin çatısında çay içtiniz...

"Baban öldükten sonra Tayfun artık benimle ilgilenmez diyordum, ama hiç yalnız bırakmıyor; Allah onun tuttuğunu altın etsin, Allah ne muradı versin..." derken çok huzurlusun...


Sonra" hadi bakalım biz de salona geçelim, 
oğlanların yanına" diyeceksin,
ve devam edecek sohbet orada...

Uykular gelince, daha biz yeltenmeden kalkmaya,
"Hadi bakalım yorgunsunuz, gidin evlerinize" diyecek,
Yemeklerden kalanları pay edeceksin üç eve.
Gelinlere, "Aman kaplarımı geri getirmeyi unutmayın,
tekrar bir şeyler vermek istediğimde kap kalmıyor sonra" diyeceksin;
aslında unutacağımızı bilerek...
Bir de "Ay çok güzel şuranın beyaz peyniri size de aldım, halis tereyağından da koydum, zeytine bak bakalım sevecek misin" diyeceksin, çünkü yetmemiş, onlardan da almışsın bize; boğazından gitmezmiş yoksa...

Az daha unutuyordum, "hediyeler tabii ki"
Her birimize seveceğimiz bir şeyler almışsın yine,
"Al bakalım Eylem beğenecek misin, ben çok beğendim, sana çok yakışır" diyeceksin;
mağazadaki kız sormuş "teyze kime alıyorsun?" diye;
sen de "gelinime" demişsin,
o da "gelinin ne şanslıymış" demiş...
Anlatacaksın anneciğim,
Biz de dinleyeceğiz ve sarılıp boynuna,
"Anneciğim çok teşekkürler, çok güzel oldu, bayıldım; çok teşekkür ederim, nereden bulursun böyle şeyleri..." diyeceğiz...

Başını şöyle yana eğip gülümseyeceksin, "aaa teşekkür edecek ne var, alacağım tabii ki, sen benim kızımsın" diyeceksin... Birbirimize sarılacağız yine... 

Oğlanlar, "hadi sallanmayın, gidiyoruz" derken;
Sen hazırladığın yiyecek dolu torbaları ellerine tutuşturacaksın,
biz taşıyamayız ağır olur diye düşünerek...

Sarılıp öpüşeceğiz anneciğim,
herşey için teşekkür edeceğiz,
"ellerine sağlık"
...
ne yaptım yavrum ne yaotım ki..."
"siz gelin ben hep yaparım..."

Seni seviyorum anneciğim!

Bugüne kadar sana hep teşekkür ettim Hakan gibi bir evlat doğurduğun için;
tanıdıkça, ve özellikle de anne olduktan sonra "ne iyi, ne hayırlı evlatlar yetiştirmişsin anneciğim, böyle adamlar yok" dedim, ellerinden öptüm;

Şimdi sana teşekkür ediyorum,
Bu kadar güzel bir insan olduğun,
hayatımızı güzelliklerle yonca gibi işlediğin,
bizlere sevgini, kıymetli nasihatlerini verdiğin,
ve sadece ama sadece SEN olduğun için...

Huzur içinde uyu annem,

Biliyorum ki, "kalbimizdesin"
Biliyorum ki, "nefesimizdesin"
Biliyorum ki "Ruhumuzun derinliklerinde hep bizimlesin"...

Seni seviyorum anneciğim...

Nur içinde yatıyorsun, mekanın cennet olmuş...



Mina'nın doğum günü ve curcuna

Mina'nın doğum günü çok keyifliydi.

Davet ettiğimiz tüm arkadaşlarımız gelebildiler, bir kere en güzel kısmı buydu.

Sinoş ve annem; Nuki ve Atılay; Feryal, Cenk, Esma; Serkan, Funda, Ada, Mira; Özti, Seda, Ömer, Zeynep; Lavanta Serpil; Ayça; Hande Ocak ve ikizleri; Alper, Gülru, Aksel; Ceylan, Güneş; Nilly ve Mira; Porsuk, Banu, anneanne ve Deniz; Gürcan; Agrilia Melih ve Fatma; komşu kızı Gülsüm Naz...

Winnie the Pooh pastamıza bayıldım.

Bir Pamuk Prensesimiz vardı, Mİni Club'ten ayarladığım Feride.

Müzikler ve Satsuma Votka nefisssti. Cenk the Salça sağolsun :)

Çocuklar epey coştular :)

Büyüklerin de keyifleri yerindeydi.

Akşamına Alancha'da yemek yedik. Şahane oldu.

Ferikolar bizde, Serkan'lar otelde kaldılar. Pazar günü Quente'ye gittik denize, Emrah ve Sibel de katıldı ekibe.

Pazartesi bizde öğle yemeği yedik Ferikolar ve Serkan'larla; sonra herkes evine döndü...

Sinoş, bayram tatilini fırsat bilip tüm haftayı bizde geçirdi. Mina bir saniye olsun yakasından düşmedi...

Tam 1 hafta sonra da Deniz, Cas ve çocuklar geldiler kalmaya :) harika bir haftasonu geçirdik birlikte...

işte böyle...




Akıl almaz bir hızla öğrenmek bu demek sanırım

Her gün şaşırır mı bir insan çocuğundan duyduğu yeni şeylere?

Yazmazsam unutacağım ama her şey süreç içerisinde öyle bir doğal cereyan ediyor ki, şu sıralar tüm yaşadıklarımızı yazmak imkansız gibi...

Uyumadan önce kitaplarımızı okuyoruz. Bu akşamki kitapta bir konserden bahsediyordu. Mina hemen "anneanne de şarkı söylüyor" dedi. Herşeyden önce konser ve şarkı söylemek arasında bağlantı kurdu. Anneannesinin 2 ay önceki konserine atıfta bulunarak...

Babası bu sabah, Atılay'ın hediye ettiği, aynısından Atılay'da da olan şapkayı taktığında, "Aaa babam Atılay'ın şapkasını takmış" dedi.

Kahvaltı yaparken, "annecim gelir misin?" diye elimden çekiştirdiğinde, "Bekle canım, tabağımdakileri bitireyim" dedim. Sonra sohbete daldım, unuttum Mina'yı. O unutmadı, boş tabağımı göstererek "Bak bitti, kalk annecim" dedi.

2 gündür Deniz ve Cas bizdelerdi, çocuklarla beraber. Timur (2,5) ve Teoman (5) çok tatlılardı. Avrupa modelinde yetiştirildiklerinden olsa gerek, hemen herşeylerini kendi başlarına halletmeye alışkınlar. Mina onları epey gözlemledi.

Gece uyku zamanı geldiğinde, Mina'ya kitap okuduktan sonra, onları örnek verdim. Kendi kendilerine yataklarında uyuduklarını anlattım. "Hadi biz de öyle yapalım canım. Sevdiğin 2 oyuncağın da seninle gelsin" dedim. Yatağına koydum Mina'yı ve çıktım odasından. Bir kaç dakika sonra "Annecim gelir misin?", gittim yanına, "iyi geceler yavrum, aferin kendin uyuduğun için. Ben de odamdayım" dedim. Sonra çıktım. Bir kaç dakika sonra yeniden seslendi. Bu sefer, "Aferin kızıma, kendi uyuyor" dedim ve gitmedim.
Uyudu akıllı bıdık!

Heyyy, bir başka güzel haber de kolluklarla yüzüyor olması. Son 2 haftadır harika yüzüyor Mina. İlk başta simit denedik, sevmedi. Sonra can yeleği denedik, fena değildi, hatta ayaklarını yerden ilk yelekle kesti. Ama kolluk hayat kurtardı. İlk denemeyi Ada'nın kolluklarıyla yaptı :) sonrası geldi. Tabii ki yine Mira ve Ada'yı izleyerek... :)

Alaçatı'da geçen günler ona iyi geliyor. Temiz hava, bahçede oyunlar, saatlerce suda olabilmesi, özgürlük, çıplak gezmek, yalın ayak olmak... hepsi Mina için...

seviyorum kızımı!

Mina'nın 2. yaş doğum günü

Mina 2. yaşına da Alaçatı'da girecek.

Bir klasik oldu sanki bizim için. Ne güzel de oldu.

Vallahi de billahi de çok güzel oldu.

Doğum günü bahanesiyle, sevdiklerimizi topluyoruz yanımıza.

Bu yılki partide 25 + yetişkin, 15 + çocuk olacak. Bayılıyorum böyle toplanmalara!

Partinin sürprizi, arkadaşımız Cenk, nam-ı diğer Salça; Nu Teras'ın DJ'i, sevgili Cenk, kızımızın doğum gününe gelmeye, kokteyllerimizi hazırlamaya razı oldu. Ne mutlu bize :)

Kısmetli kızımın doğum günü elbisesini Nüki aldı.

Kostümünü de Aşkın, taaa kışın vernişti. Melek kostümü :)

Babasıyla bana da süslemeler kaldı. Bir de menü.

26 Temmuz Cumartesi kutlayacağız. Akşamına da Alancha'da yemek ayarladık, Çınarcıks olarak. Hadi bakalım eğlencenin dibine varalım.

Anneannemiz ve teyzemiz de geliyor Cuma sabahı. Sonrasında teyzemiz 1 hafta burada!

Mina coşacak!

canım kızım!