Köln Güncesi - Okulun açılışına ramak kala

Ve super haberlerim var!
Yarin o cok begendigimiz ev icin ev sahibi ile gorusmemiz az once iptal edildi.
Ev sahibi evi baskasina kiralamis! Bunu bize aradaki emlakci bir mesaj ile haber verdi.
Biz gecen Cuma gununden beri yarin ev sahibi ile yapacagimiz gorusme icin Koln'de bir otelde kaliyoruz. Hatta en cici giysilerimizi kuru temizlemeye bile verdik bulusma hazirligi iste anlarsiniz ya... Ama kimin umurunda 🙃
Yarina gore planlamistik herseyi; ucak biletimizi bile yarin gorusmeden sonraya aldik, bu yuzden bugun donemiyoruz.🏠
Ha haaa, bu ev ikonunu ben koymadim; tam yazarken pizzam geldi ve sanirim garsona tesekkur ederken yanlislikla tusladim ikona! 'Bu bir isaret miii?'
Gercekten yazdigim gibiyim su anda. Yani ne ofkeliyim, ne uzgun! Hatta, bizim icin cok daha iyi bir alternatif yolda demek ki!!! Diye dusunup heyecanlaniyorum!
Bu aksam Koln'de Internations bulusmasi var, burada yasayan yabancilardan olusan bir grup! Heyooo!
Yarin daha guzel seyler olacak bence!
Simdilik haberler boyle.
Ev hala bulamadik!!! Veeee 29 Agustos'ta Mina'nin okulu acilacak- geri Sayim coktaaan baslamisti.
Cok heyecanli!

Köln Güncesi - 2017

Köln güncesinden iyi haberler:
Nihayet Köln'de 1 aydan biraz fazlaca bir süreyi geride bıraktık. Bu arada neler oldu?
Bir kere, ev bulamamamızın hüsranıyla İstanbul'a dönüşümüzün ardından Hakan tek başına bir Köln çıkartması yaptı. 3 gün içerisinde evimizi buldu, tuttu ve biz jet hızıyla geldik. Geldikten 2 gün sonra Mina'nın okulu açıldı.
Hala alışma sürecinde ve her geçen gün biraz daha iyiye gidiyor. Kendini ifade etmeye başladıkça biraz daha rahatlıyor tabii ki.
Burası çocuk yetiştirmek için harika bir yer.
"Çocuk cenneti" demişti Mina.
Bir haftasonu Phantasia Land'e gittik, Disneyland'ın mininminnoş bir versiyonu.
Başka bir haftasonu büyük Hayvanat Bahçesi; bir diğerinde Aqualand - kapalı bir su oyunları, havuz-park alani...
Bunun dışında okul çıkışında, eve gelirken yakınlardaki çiftliklerden birinde durup keçileri beslemek, taze süt ve peynir; bahçeden sebze ve meyveler almak mümkün.
Bir diğer alternatif de Vahşi Park'a gidip ceylanları, geyikleri, keçileri, horozları, tavukları, ördekleri doğal ortamlarında elle beslemek...Adı Vahşi Park da olsa, hayvanlar çocuklara o kadar alışmışlar ki yanlarına gelip kendilerini sevdiriyorlar; ellerinden yemlerini yiyorlar.
Hatta bir seferinde, Mİna geyikle öpüşürken geyiğin boynuzu Mİna'nin yanagina çarptı 
Güzel olan, bunlara ulaşmak için sadece 10-20 dakikalık mesafeler katetmenin yeterli olması...
Daha da güzel olanı, herkesin buralara erişebileceği bir altyapı ve sistemin olması... Her gelir grubundan herkesin çocuğu aynı imkanlardan yararlanabiliyor. Var mı daha ötesi?
Köln'de hayat şu ana kadar gayet güzel.

Mina'nın Diş Perisi



Dün Mina'nın 6. yaş gününde, ilk dişi düştü!
Mina için büyük olay!
Son bir yıldır, arkadaşlarının dişlerinin düşmesine tanıklık edip dört gözle bekliyordu diş perisinin kendisine uğramasını.
Canımın içi!
...
Dün sabah Mina'nın yanında uyanmışım, tembel tembel geriniyoruz. Bir yandan da Mina bir kaç gündür sallanan dişi ile oynuyor.
Pıt, diş elinde kaldı!
Aman, Mina'dan mutlusu yok! Havalara uçuyor!
Hemen  bir diş perisi organizasyonu yapmak lazım.
Nedense, kim, nasıl, ne zaman anlattı bilmiyorum ama bir diş perisi hikayesidir gidiyor evde.
Diş düştüğüne göre, o gecenin sabahında Mina uyandığında yastığının altında bir hediye bulmalı.
...
Dün sabah Mina'nın teyzesi, anneannesi, kahvaltıya gelen arkadaşları ile birlikte, Mina'ya ufak bir pasta kesip asıl gününde doğum günü kutlamasını yaptık. Babası gelince, daha planlı bir parti yapma niyetindeyiz, o nedenle dünkü sembolik bir tören.
Ardından deniz, kum, güneş ve akşamına Çeşme lunaparkında eğlenmece. Çeşme çarşısında kısa bir tur, o sırada, Mina'ya hediyelik eşyalar satan bir tezgahtan bir bileklik, bir yüzük...
Ve eve dönüş.
Gece yarısı olmuş.
Yastığın altına hediye kısmı eksik.
Ama çok uykum var.
Hemen yatıyorum.
O sırada Hakan arıyor. Mina'nın dişi çıktığı için o da heyecanlı.
Mina, öğleden sonra uyuduğu için hala uyanık ve babası ile konuşabiliyor. Diş olayı mühim tabi...Ve babası, benim sürpriz yapmak için her fırsatı değerlendirdiğimi bildiğinden Mina'ya "Bakalım sabah diş perisi ne getirecek" diyerek, sabah etkinliğini "olmazsa olmaz" hale getiriyor.
Ve benim çok uykum var.
Ve ben uyuyorum hemen.
Öyle uykuluyum ki, "sabah 9'a kadar uyuyabilsem..." diye geçiriyorum aklımdan, ne olursa olsun, sabah 7.30 civarı, çoğunlukla da öncesinde uyanan Mina'ma rağmen...
...
Tabi bu tabloda, Mina uyanmadan yastığının altına bir şey koymak kolay olmayacak. En önemlisi, elde koyacak bir şey yok! Evden bir şeyler uydursam... Mina'nın daha önce görmediği, onu keyiflendirecek bir şeyler olmalı...
...
Sabah 7 olmadan uyanıyorum.
Yataktan fırlıyorum.
Mina'ya diş perisi ne getirsin.
Oraya buraya bak, yok yok yok.

Ne uyduracağım?
Neyse ki dün teyzesi Mina'ya bir diş perisi mizanseni ile güzel bir şeyler çiziktirmişti. Çok eğlenceli bir kartpostala dönüştü!
Hemen onu alıyorum ve koyuyorum yastığının altına.
Bir işaret var, diş perisinin uğradığına dair bir işaret!
Şimdi, Mina uyanmadan bir hediye bulmam lazım! Yastığın altına girecek bir hediye...
Atlıyorum bisiklete, Alaçatı sokaklarındayım.
Her yer kapı duvar.
Kimsecikler uyanmamış.
...
Pedala kuvvet, buluveriyorum kendimi Koçlu Marketin önünde. Açık!
ve tam da kapıda bir stand var.
Standda, bana bakan bir sürpriz kutusu! Şöyle yuvarlak, kafam kadar bir top, güzelce ambalajlanmış, içinde de sürprizler!
Hemen kapıyorum, kasaya doğru gittiğimde, minik sürpriz toplar görüyorum bu sefer!
İşte bu!
Onları da aldım.
Hemen gerisin geri eve dönüyorum!
Umarım Mina uyanmamıştır...
Ev ahalisi duymasın diye bahçe kapısından giriyorum.
Minik sürpriz topları ağaçlara ve bitki demetlerinin içlerine saklıyorum.
Yukarı, Mina'nın odasına parmak uçlarıma basarak çıkarken, Mİna'nın sesini duyuyorum:
"Aaa, diş perisi mi getirmiş anneanne!
Aaa, bu senin kolyen!
Bana da mı aynı kolyeden getirmiş!!!
yaşasın!" diye sevinçle bağırıyor tatlım.
Elinde de teyzesinin, önceki gün hazırladığı diş perisi kartı!
Ben de hemen kutlamaya katılıyorum ve "Mina, bahçede de var sürprizler!" diyorum.
Gözleri parlıyor bizimkinin ve jet gibi koşuyor bahçeye!
İlk topu buluyor, içinden sürprizleri çıkarıyor.
İkinci topu da aynı şekilde ve sonunda büyük üçüncü topu da bulup içinden çıkanlarla oynamaya başlıyor.
Ohhh, anneannenin kolyesi, teyzenin kartı, sürpriz toplarla...diş perisi hikayesi tamamlannıyor!
Mina çok mutlu!
Son dakika organizasyonu hayat kurtarıyor!
Teşekkür ediyorum!
Aileme, evrene, markete!!!
Seni seviyorum!





















Neler Oluyor Benim Kızıma? Onu Bu Hale Ben Mi Getirdim Yoksa?

"Anneee, seni görmek istemiyorum."
"Anne, seni hiç sevmiyorum."
"Yanımdan git!"
"Seni istemiyorum!"
"Neden Mina, ben yanında olunca ne hissediyorsun?" diye sordum.
"Kızgınlık"... dedi.

Bugün Esra'ya telefonda dedim ki "biliyor musun, Mina beni sevmediğini söylüyor, yanında istemiyor, en sevdiği şey minişlerini konuşturmak "haydi beraber konuşturalım" diyorum, "ben istemiyorum, sen istersen konuştur" diyor".

"Bence Alaçatı'ya beraber gidin, anne-kız" dedi Esra. "Başka kimse olmasın yanınızda. Beraber vakit geçirin..."

Bir an duraksadım. Yapamam. "Ben onunla yalnız kalamam ki, bundan kaçıyorum zaten. Tahammülüm yok. Psikolojik olarak onunla yalnız kalacak durumda değilim. Hem yemek pişirmeyi bilmiyorum ben..." diye sıraladım.

"O zaman sana açıkça bir şey söyleyebilir miyim?" diye sordu Esra.
"Tabii ki, lütfen" dedim.
"Bence Mina'nın değil, senin birine danışman iyi olabilir" dedi.
...
Bamm...

Bundan 3,5 yıl önce, Mina yaklaşık 14 aylıkken, onu emzirmeyi bıraktığım dönemde psikiyatriste gitmeye başlama nedenim buydu zaten. Mina'ya zarar vermemek. Gerginliğimle onu boğmamak, sıkmamak, dengesini bozmamak.

Esra da yakın zamanda kızı ile bir pedagoga gitmeye başlamış, çok memnun kalmış ve bana da tavsiye etmişti. Ben de "yeri uzak, gerekten gerek var mı acaba" diye düşünürken, Mina ile ilişkimizdeki gerilim tırmandı.

Aslında herşey tam 1 hafta içerisinde oldu.

Amerika'ya Orlando Disneyland'a gittik, Mina, ben ve babası. Tam 11 gün beraberdik üçümüz. Tatildeydik. Mina doğduğundan beri hayatımızda yardımcı ablamız, anneannemiz olduğu için, bu tatil farklıydı. Bizbize...
Benim yer yer gerildiğim zamanlar oldu; Hakan'ın da... Çoğunlukla Mina'nın şımarmasından kaynaklanan durumlardı bunlar. İstediğinde ısrar etmesi, elde edemeyince ağlamaya başlaması, yaygara koparması gibi...
Sonra babamızı Amerika'da bırakıp Mina ike ikimiz Türkiye'ye döndük.
Aynı sıralarda bakıcı ablamız da izindeydi, dolayısı ile evimize gitsek Mina ile ikimiz başbaşa kalacaktık. Ben de anneannemize gittim hemen. Daha eve uğramadan, valizlerle soluğu anneannede aldık.
Teyzemiz de orada olduğundan Mina çok mutluydu. Hem teyzesini hem de anneannesini çok özlemişti. Ben de 10 gün Mina ile iç içe olmaktan bunalmış bir halde, kendimi sokağa attım; annemlere "nefes almam gerek" diyerek...
Bu şekilde babamız Amerika'dan gelene kadar anneannemizdeki yaşantımıza devam ettik. Hatta bu arada bakıcı ablamız izinden döndü ve o da bizim yanımıza anneanneye geldi.
Anneannemizde geçen günler boyunca Mina bana karşı çok düşmanca davrandı. Uzak ve mesafeliydi. Sözleri ile de ifade etti benimle olmak istemediğini.
Yine de ara ara, uykudan önce ona kitap okumam için yanıma geldiği oldu. Boynuma sarılıyordu böyle zamanlarda. Sonra yatağında biraz kitap okuyorduk ve Mina bir anda sanki bir şey hatırlamış gibi, "sen git artık, babam gelsin..." diyordu, çok net ve kararlı bir şekilde.
Bir ara "Mina bana neden bu şekilde davranıyorsun" diye sorduğumda, "çünkü sen her şeye karışıyorsun" dedi. "Neye karışıyorum Mina?" diye sorduğumda da "teyzeme, babama..." dedi.
Anneannede kaldığımız akşamlardan birinde, Mina'yı teyzesi ile birlikte lunaparka götürdük. Teyzesi Mina'ya söz vermişti, bu yüzden çıkıp gittik lunaparka.
Mİna teyzesi ile bir şeylere binmeye başladı. Sırada çarpışan arabalar vardı.
Ona da bindiler.
Ben de bir sandalyede oturmuş onlara bakıyordum uzaktan.
Sonra çarpışan arabaların olduğu platforma yaklaştım ve baktım ki çok sert çarpıyorlar. Mina'ya göre değil. Teyzesi eğleniyor görünüyordu, Mina ise daha sakin, sanki sert çarpmalardan hafif tedirgin gibiydi. Ben teyzesine seslendim durduğum yerden, "boynunu tut, hiç uygun değil bu, dikkat" gibi bir şeyler söyledim. Sonunda zaman dolup indiklerinde de, "Sinem'cim bu hiç Mina'nın yaşına uygun değil, çok sert, yaralanabilir; Mina için tehlikeli..." demeye çalıştım. Sesim yüksek ve hareketlerim endişeli idi. Zaten ortam da çok gürültülüydü. Sinem ise gayet sakin "Eylemcim herkes bindirmiş, öyle olsa bindirmezler..." gibi bir şeyler söyleyince, ben kısa devre yaptım. Yine aynı şeyleri tekrar ederken daha sert bir tonda, "buradakilerin hepsi geri zekalı, bana onları örnek verme; ..." gibi kırıcı ifadeler ve yükselen bir nabızla devam ettim. Sinem de geri adım atmadı. Oysa tek beklediğim, "haklısın, sertmiş...bir daha dikkat edelim" gibi bir şeylerdi. O da savunmaya devam edince, "sana nasıl emanet edeyim bir daha?" diye bağırdım. O da ağlayarak "Etme o zaman.. etmeee!" dedi ve çekip giderken, ben de "hadi bakalım, yürü git karşımdan..." diyordum.
...
Mina tüm bunlara tanık oldu.
"Anne başım acımadı, koltuk yumuşaktı, teyzemin bindirdiği tehlikeli şey canımı hiç yakmadı..." diyordu.

Bu hadiseden sonra, eve gittiğimiz günün ertesi, Mina beni anneme şikayet etmiş. Sonra da "Anneanne, annem teyzemi üzdü, ona kızacak mısın?" demiş.

Ve bir süre sonra da bana "sen her şeye karışıyorsun" diyecekti...

İçim şişti sanırım. Şu anda içim şişti.

Mina sadece 5 yaşında bir çocuk ve bana bir dolu mesajı var.















İnsanlara adanan hayatlar - 32 yaşında bir doktor

Kimse bana Türkiye'de sağlık reformundan söz etmesin.
Kimse bana "adamlar geldiler, herkes hastanelerde tedavi oluyor artık" demesin.
Doktorlarımız ölüyor arkadaşlar, doktorlarımız can çekişiyor!

Arkadaşımın ablası.
32 yaşında.
Acil doktoru.
Bir devlet hastanesinde çalışıyor.
Üst üste nöbetler, hiç boşluk bırakmadan yağan hastalar, imkansızlıklar içinde yerine getirilmeye çalışılan sorumluluklar...
tüketiyor, üzüyor, hele o çocuk hastalar yok mu? Kahrediyor...
Kaybettiği her hasta ile ömründen ömr gidiyor...

Öyle bir noktaya geliyor ki, kaldıramıyor ama yılmıyor...
Devam...
Hizmete devam, iyileştirmeye devam...

Çok başarılı, hastanede parmakla gösteriliyor, insanlar taa nerelerden geliyorlar, "onun çocuğumu iyi etti, benimkine de yardım et" diyerek.
Hepsine kucak açıyor, hepsine koşuyor.

Öyle yoğun ki gelen popülasyon, bir yandan, "benim hastama bakacaksın!" diye boğazına sarılanlar, bir yandan sessizce bekleyip medet umanlar... Hepsine yetişmeye çalışıyor.
Bitiyor, tükeniyor...
Ama durmak yok, pes etmek yok, devam!

Bu halini görenler ona Ankara'da masa başı işi öneriyorlar.
Kabul etmiyor.
Adamış, adanmış,
Yemin etmiş insanlara hizmet etmeye...

Sonra bir gece olan oluyor...
Çok yorgun, hali yok ama nöbette.

Arkadaşına çok yorgun olduğunu söylüyor.
Serum taktırıp kendine gelmeye çalışacağını...
Uzanıyor, serum kolunda,
biraz dinlenmeye çalışıyor...

...

Arkadaşı on dakika sonra nasıl olduğunu görmek için geri geldiğinde,
bir debakıyor ki,
nefes almıyor...
...

Nefes almıyor, on dakika geçmiş...

...

Neeeefeees...

...

2 hafta geçti aradan.
Hala orada yatıyor.
Sadece nefes alabilir hale geldi,
Beyinde hasar büyük,
çok büyük...
Durumu iyi değil...
Ailesi perişan...

Hayali Somali'ye gidip oradaki çocuklara hizmet etmekti.
Eylül'de...

Hayali, insanlar için çalışmaya devam etmekti...

...
















Hakan'ın rüyası...


Hakkuşum dün gece rüyasında annesiyle babasını görmüş.
Bir arabadalarmış.
Sanki hayatta gibilermiş.
Hakan konuşmuş onlarla.
Babası keyifli görünüyormuş, annesi mahsunmuş biraz.
Sonra "haydi hoşça kal" deyip gitmişler.
Hakan arkalarından epey koşmuş.
Onları sevdiğini söylemek için...
Koşmuş, koşmuş,
sonra babası bir anda U dönüş yapmış.
Hatta arkasındaki kamyon şoförü "buradan dönülür mü!?" diye çıkışmış.
Eliyle işaret etmiş babası, "git yoluna" der gibi;
Hakan da "Kusura bakma usta..." gibi bir şeyler söylemiş şoföre.
"Eee, söyleyebildin mi onları sevdiğini?" diye sordum.
"Söyleyemedim, kamyon falan araya girince kaynadı..." dedi.
...
Yanaklarımdan aşağı süzüldü yaşlar minik minik...
...
Onlar hayattayken daha mı çok söylesek sevdiğimizi?
Hayattayken kıymet bilsek...
...
Canım kocam, bir tanem,
sabır diliyorum sana; kolay değil yaşadıkların...
sana daha çok destek olabilsem...

seni seviyorum...!!!

İçimizdeki Gücü Uyandırma Yolculuğu...



Bazen mutluluktan havalara uçacak gibi olurum, sebepsiz olduğu zamanlar vardır bu halimin.
O sabahlar içimdeki sonsuz yaşam ateşi ile uyanırım; kanım kaynar, kabıma sığamam, güzelliklerle dolup dolup taşacakmışım gibi gelir... "Taşsam da herkese bulaşsa" derim, gerçekten dilerim bunu!
İşte o hali, sanki bir frekans olarak düşünsek de hep o frekansta kalsak diye geçer aklımdan.
Olur mu olur. Neden olmasın?

Biz kadınlar buluşunca, YenidenBizce konuşmaya başlayınca, bu enerji doluyor ortama. Hepimizi sarıyor, sarmalıyor, yüreklerimizi ısıtıyor ve çoğalıp yayılıyor...

Sevgili Elyan, Sevgili Füsun, iyiliğe, saflığa ve güzelliğe giden bir hayat yolunun dönüm noktalarındaki şapeller gibisiniz. Işık saçıyorsunuz, huzur veriyorsunuz; yalnız olmadığımızı hatırlatıyor, sevgiyle kucaklıyorsunuz.

sevgiyle kalın,
Eylem   

Çocuklu bir annenin sıradan bir sabahı

28 Ekim 2014, Salı

Sabah 06:55:te Mina'nın "baba" diye seslenmesiyle uyandık, her zamanki gibi.
Uyandığında ya bana ya babasına seslenir.
Karyolasından uzanıp odasının lambasını yakar.
Bu sabah da öyle oldu.
Ben de ok gibi fırlayıp Mina'nın yanına ışınlandım.
Onu yatağından aldım, odasındaki şifonyerin üzerinde oynamak istedi biraz (evet üzerinde oynuyor, çünkü oradaki rafta bir kaç parça oyuncak var, onları alma bahanesiyle orada, yerden yüksekte olmayı seviyor)
Oradaki oyunu bittikten sonra iphone'u istedi hemen - bu da her zaman oluyor ve ben gerçekten bu derece telefon ve oradaki medya ile bu kadar yakın bağı olduğu için çok zorlanıyorum, ona vermek istemiyorum telefonu, her seferinde olay çıkıyor...
Vermemek için türlü oyunlar yaratmam gerekiyor, bu da yoruyor beni. Her seferinde yeni bir oyun...

O sırada kahvaltımız hazırlandı.
Gittik mutfağa, Mina'ya dünkü sanat terapisi sırasında yaptığım çalışmada kullandığım materyallerden verdim; rengarenk kuş tüyleri, hamurlar, ve kendi oyuncakları ile oynamaya başladı.
O sırada çok güzel bir şekilde kahvaltısını yaptı.
Benden telefonumu istedi, Play doh izlemek için. Ben de güzel bir kahvaltı yapmış olduğu için ona izin verdim.
Okula gitmek için hazırlanmaya başladık bir yandan.
Evimizin kapısındayken Mina bisikletine saldırdı, binmek istediğini söyleyerek.
Bense onu bir an önce okula götürmek istediğim için, bisikletinden koparıp asansöre bindirdim zorla.
Kendini yere atıp ağlamaya başladı.
Asansörden inene kadar mücadele.
Arabaya yürüyene kadar mücadele.
Sabrım taşmaya başladı.
O sırada, Mina'nın giyim çantasını unuttuğumu fark ettim.
...
Bu sıralar mücadele devam ediyor.
...
Mina'yı araba koltuğuna oturtmak için kucağıma alıyorum, nasıl direniyor, nasıl yay gibi oluyor anlatamam.
Bu arada, babamız taaa 9. kattan aşağı bakıyor, tepeden bizi izliyor.
Mina, "babaaaaa babamı istiyorum!!!" diye bağırıyor!
...
Mina'yı bir türlü koltuğuna oturtamadım,
ben de bağırmaya başladım,
Hakan'a sesleniyorum "İn aşağı seni istiyor!"
O bana işaret parmağını sallıyor, ve pencereden ayrılıyor,
gelecek aşağıya...

Gerginlik tırmandı!

O sırada Zevi, elinde Mina'nın çantasıyla otoparka geldi,
Ben Mina'yı ona bıraktım,
ve "kaç kaç kaççççç", oradan jet hızıyla uzaklaştım...

Kendimi Şaşkınbakkal'daki Cafe Nero'ya attım, "ohhh, içeride klasik müzik çalıyor ve ben yazıyorum"

Cep telefonumu kapattım.

Kimsenin bana ulaşmasını istemiyorum.

Herkes başının çaresine bakabilir.

Hakan da Mina'ya sahip çıkabilir.

Ohhh, biraz nefes aldım.

Rahatladım.

Şimdi bir kahve :)

(hala nefesim düzene girmedi)

 

ATATÜRK'ü Okuyan ve Anlamaya Çalışan Sevgili Babam İçin

40 yaşındayım.
Sanırım babamı anlamaya başladım.
Onca yıl ona büyük bir öfke duymuştum.
"Her şeye karşı" (protest diyebilirim sanırım) olan tavrından ve tutumundan bıkmıştım.
Bunu her ortamda ortaya koymasından ve anlamayanlar için üstüne basa basa dile getirmesinden usanmıştım.
İtiraf etmeliyim, onun bu duruşundan dolayı ondan utanmaya başlamıştım.
Neden benim de "sıradan/ düz bir babam olamıyor sanki" diye düşünüyordum.

O hep "ben düzene karşıyım, kimsenin uşağı olmadım, olmam; üç kuruşa tamah etmem" der dururdu. Hala da söyler.
Ben onu tanıdım tanıyalı böyle, hiç değişmedi. 

İsmimden nefret ettiğim zamanlar oldu.
EYLEM.
Bir çok kez sorulara maruz kaldım:
"baban 68 kuşağından mı?"
"eski tüfeklerden mi?"
"döndü mü o da şimdilerde?" (küçükken nereye dönmekten bahsettiklerini bilemediğimden gülümsüyordum sadece soru işaretiyle bakan gözlerimle)

bu sorulardan bezdiğim zamanlar oldu.

Dönme meselesinin varlıklı olmakla bağlantısını çözdükten sonra, "Evet döndü, hem de şahane döndü; artık bir sürü evimiz, arabamız, yatımız, katımız, bankada bir dolu paramız var" diyebilmek istedim.

Okuldan gönderdikleri forma, "Babanızın mesleği" kısmına neden "İŞÇİ" yazdığını bir türlü anlayamadım,
"o makine mühendisi aslında" diye açıklamak zorunda hissettim hep...

Sanki acizdik
ve 
babam aciz olduğumuzu haykırmak istiyordu :)
Çocukça belki ama böyle düşünüyordum...

Babamın neden hayali ihracat yapmadığına, neden hırsızlık yapmadığına, neden patronlarının yalakası, uşağı olmadığına, bağladığı işlerden neden kendine düşen payı almadığına bir türlü anlam veremiyordum. Etrafımda bunları yaparak yaşayan aileler güller gibi geçinip giderken biz hep geçim derdiyle mücadele ediyorduk.
Benim özel okulda okuyabilmem için, burs almam gerekmişti. Burs almak için de çok çalışmam... Canım çıktı çalışmaktan, alnımın teriyle aldım burslarımı; üniversitede okurken başladım bir yandan harçlığımı kazanmaya. Ama hep mücadele, hep mücadele... Neden diye sorup durdum kendime sürekli.

Babamsa hep "Atatürk'ten, Marks'tan, Nietzche'den, Seneca'dan..." bahsetti. Boy boy kitaplarını koydu önüme.

"Emek, hak, eşitlik..." dedi.

"İlhan Selçuk, Atilla İlhan, Server Tanilli, Uğur Mumcu; Deniz Gezmiş, Che Guevera, Castro..." dedi.

Bir dolu hikayeler anlattı, çoğunda gözleri dolarak. Çoğunda ağlayarak.

Ben onu anlayamadım. Anlamayı reddettim.

Hayat akıp geçiyor.
Geçen zaman içerisinde ben babam gibi birini görmedim. 
Sözünü dolandırmayan,
Kimseye hoş görünmeye çalışmayan,
Ne ise o olan,
Dürüst,
Samimi, 
Hakikati savunan,
Hiç bir şeyden korkusu olmayan,
Aç kalma pahasına ideallerinden vazgeçmeyen,
Doğru bildiğini sonuna kadar savunan,
Taraf olan,
ve hangi tarafta olduğunu HAYKIRAN!
Ben babam gibi birini görmedim.

...

ve bugün 40 yaşında, 
Geldiğim noktada,
Yaşadıklarım ve gördüklerim,
Babamdan her zaman duyduğum ve duymaya devam ettiğim kavramlar
Artık bir şeyler ifade ediyor.

Ne demek istediğini anlıyorum babacığım.
Seninle gurur duyuyorum.
Babam olduğun için çok mutluyum.

Ve biliyorum ki,,
Senin gibileri var olduğu müddetçe
Başka bir Türkiye mümkün!
Atatürk'ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti,
Atatürk'ün çizdiği yolda ilerlemeye devam edecek.

Seni seviyorum babacığım.

Ben EYLEM YALIN.
Akif YALIN'ın kızı olmaktan gurur duyuyorum.

Yazım, değerli Işıl Özgentürk kanalı ile 28 Eylül 2014 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'nde, Işıl Hanım'ın köşesinde yayınlandı.

Koçluk görüşmelerimizden kısa kısa...

...Düşünce gücü ile daha neler neler yapılabileceğini hayal bile edemeyeceğimizi düşünmeye başladım... Eylem Yalın

Bu, koçluk görüşmelerime ilişkin ilk notum.
Notumu paylaşmaktaki amacım, sürecin faydasına inanmam, bilfiil tecrübe etmiş olmam ve ihtiyaç duyan herkesin yaşamasını tavsiye etmek istemem.

Ben çok yakın bir zamanda, yaklaşık 1 ay önce tanıştım "koçluk" yaklaşımıyla.

Kendimle ilgili düşünmeye ve çalışmaya başlayalı ise 10 sene oldu.

Kendimle ilgili çalışmaktan kastım, hayattaki beklentilerimi, yaşam standartlarımı, mutluluk, mutsuzluk faktörlerimi, ilişkilerimi gözden geçirmek; ve iç sesimin çığırdığı şu sorulara bir kulak vermek:
"Koşuyorum ama nereye koşuyorum? Başarılıyım evet ama nedir bu tatminsizlik hissi? Ya içimdeki tarifsiz boşluk?..."

Baktım ki bu sorulara net cevaplar bulamıyorum, anladım ki konu manevi. Derinlerde bir yerlerde demek istiyorum.

Ben de karar verdim derinlere inmeye.

Söylemesi kolay, düşünmesi de öyle ama yapması epey çaba istiyor.

İlginçtir ki hiç gocunmuyor insan çaba sarf etmekten çünkü her ufak adım bir ferahlık getiriyor. Her ferahlık, biraz daha berraklık. Berraklık umut, umut da devam etme azmi ve motivasyonu...

Bundan sonrasını kopya çekeceğim.

Koçluk görüşmelerime ilişkin sorular sormuştu arkadaşım Füsun, bizim Yeniden Biz (YBiz) derneğinin kıymetli destekçilerinden olur kendileri.

Bu koçluk programına da YBiz kanalı ile dahil oldum.

İşte sorularına verdiğim yanıtlar:

1-Koçunuz: Bahar Zengingönül
2-Görüşme Sayınız: 3
3-Koçluk görüşmelerinden beklentiniz ne? Niyetiniz ne?

Kendimi anlamak, duygu ve düşüncelerimi yorumlayabilmek, çevremi anlayabilmek,  farkındalığımı artırmak, hayattan daha fazla doyum alabilmek için algı mekanizmalarımı akord etmek; içsel yolculuğumla birlikte kızıma sağlıklı bir anne, eşime anlayışlı bir hayat arkadaşı ve çevreme yararlı bir birey olabilmek.

3-Koçluk görüşmelerinizin şu ana kadar size nasıl bir faydası oldu?
Müthiş bir faydası oldu.
Yukarıda tarif ettiğim beklentilerimle ilgili kapılar açıldı zihnimde, ilk görüşmemizden itibaren. Hayatımın akışına uyarlamaya başladığımı fark ettim koçumla konuştuklarımız sonucunda içimi kaplayan enerjinin getirdiklerini.

Burada, koçluk görüşmelerim sırasında yaşadığım süreci paylaşmam gerektiğine inanıyorum çünkü bir çok kişinin ihtiyaç duyduğunu biliyorum bu tarz bir desteğe.  Sadece kimileri farkında ama bu konuda hiç bir girişimde bulunmuyor, adeta bir mucize ya da sihirli değnek bekliyor; kimileri ise nereden başlayacaklarını bilemiyorlar.

Benim sürecimde, kafamda koçumla konuşmak istediğim çok şey vardı ancak spesifik hale getiremiyordum. Başlangıç görüşmemde durumu açıklıkla ifade ettim ve 'ben size biraz kendimi anlatayım, sonra birlikte bir rota çizelim' dedim. Koçum beni dinledikten sonra, çalışmaya değerlerimden başlamayı önerdi. Yazdık, çizdik ve elimde üzerinde değerlerimin yazdığı bir şema ile, hayatımda benim için değer arz eden başlıklardaki durumumu gördüm.

Bir sonraki görüşmede hayattaki rollerimi konuştuk: anne, eş, abla, çocuk, danışman, vb. Fark ettim ki, rollerimden bahsederken 'Eylem'i tamamen unutmuşum. Üzerinde çalıştık. Devam edeceğiz...

Daha sonraki buluşma öncesinde bir kişilik envanteri çalışması yaptık ve buluştuğumuzda, bu çalışmanın ürünü olarak çıkan raporumun üzerinden geçtik. Raporda, mevcut durumda belirli konu başlıklarında ne vaziyette olduğum kadar, tercih edebileceğim/ keyifle yapacağım işler de sıralanmıştı. Çok yerinde bir çalışmaydı.

Tüm bunların yanısıra öyle çok paylaşım oldu ki koçumla aramızda; örnekler hem kızımla iletişim, hem eşimle iletişim, hem de kariyerimle ilgili kararlar boyutunda ne kadar iyi şeyler yapabileceğime olan güvenimi, inancımı ve motivasyonumu artırdı.

4-Koçluk görüşmelerinizde size faydası olmadığını düşündüğünüz hususlar oldu mu? Oldu ise örneklendirebilir misiniz?  

Benim olmadı. Bilakis hiç aklımda olmayan kazanımlarım da oldu. Örneğin, içimi acıtan bir hadise vardı, ortaokul yıllarıma uzanan... Bir ara koçuma bunu anlatırken buldum kendimi. Bu gibi tatsız hatıraları silme tekniğini denedik; işe yaradı! Evet, gerçekten yaradı. Üstelik mucize olmadı. Düşünce gücü ile gerçekleşti bu başarı...

Düşünce gücü ile daha neler neler yapılabileceğini hayal bile edemeyeceğimizi düşünmeye başladım.

5-Şu ana kadar yaptığınız görüşmelerle, koçluk programını tavsiye eder misiniz? Edecek olsanız nasıl bir tavsiyeniz olur?

Kesinlikle evet! Hayatı doyasıya yaşamak istiyorsak, küçücük şeylerle mutlu olmayı öğrenmeliyiz. Nietzsche de  bunu söylemiş zamanında. Bunu yapabilmek için de çalışmaya kendimizden başlayıp beynimizi, kalbimizi, ruhumuzu masaya yatırmalı ve cesurca yüzleşmeliyiz korkularımzla, engellerimizle, kısıtlarımızla, eksikliklerimizle. Ardından zaman kaybetmeden kafayı kaldırmalı ve ileriye bakmalıyız...